21 Ağustos 2014 Perşembe

Anadolu’da “Kürdistan” Nasıl Uyduruldu?, Dr. MUSTAFA KÖK; E. Öğretim Üyesi

Anadolu’da “Kürdistan” Nasıl Uyduruldu?
Ülkemiz özellikle son günlerde yeniden bir siyasî kaynaklı yoğun tartışma ve çatışma ortamına doğru sürüklenmektedir. Sebep bu defa düpedüz tarihçilerin alanına giren bir konu: *Anadolu’nun Doğusu ve Güneydoğusu’na “Kürdistan” denir mi denmez mi?* Bu derece hayatî bir konuda *– maaşallah - tarihçilerden başka en başta “âlim” kılıklı gazetecilerin, zâlim tavırlı terör yardakçılarının, bu işlere dünden tâlimli sözde siyasetçilerin/devlet adamlarının çokça konuştuğu vatan sathında, neredeyse tek konuşmayan – üzerlerine ölü toprağı serpilmiş - Üniversitelerdeki oldukça mülâyim edâlı tarih profesörleridir.*
Biz şimdi, farklı bir tarih profesörünü (hem de zamanın ordinaryüsünü) tanık göstererek – okuma iştiyakı olan insanlar için - konuya ışık tutmak istiyoruz.
*Günümüz tarih profesörleri yine de susmaya devam ederlerse, onları vicdanlarıyla baş başa bırakıyoruz.*
“Kürtler”in Turanî kökenli, yani “Türkler”in bir kolu mu, yoksa İranî mi olduğunu; Kürt sözcüğüne ilk defa Yeniseydeki Elegeç-Göktürk Yazıtları’nda bir “uruk” ya da “boy” adı olarak mı rastladığımızı (“Ey Kürt Beyleri!..”..“Kürt elinin Hanı Alp Urungu..” Örneklerindeki gibi); ilk “Kürt Tarihi” yazarı sayılan Şeref Han’ın, Şerefnâme adlı eserinde (16. Yüzyıl) Kürtlerin soyunu Oğuz boylarına kadar mı dayandırdığını;*1918’de Kürt Teâli Cemiyetin’nin üyesi olan Dr. M. Şükrü Sekban’ın dahi yıllar sonra Paris’te Fransızca olarak yayımladığı Kürt Meselesi diye çevrilen kitabında* *“Türklerle Kürtlerin ayni soydan olduğunu” un kanıtlarını mı ortaya koyduğunu; Zaza Türklüğünün temsilcilerinden öğretmen M. Şerif Fırat’ın, “sosyolojik ve etnografik verilere dayanarak Doğu İlleri ve Varto Tarihi kitabında yine “Kürtlerin de Türk soyundan mı geldiği”ni, keza “Kürtçenin bir dil değil lehçe mi olduğu”*nu - en*son Prof. Ahmet Buran’ın ayni konuyu “Karma Diller, Klasik Osmanlıca ve Kürtçe” adlı makalesinde* Rus Akademisinin yayımlarına dayanarak nasıl temellendirdiğini; keza Ali Gültekin Biniş’in kendi Karahasanuşağı aşiretinden kalkarak Kurmanca’yı nasıl olup da Doğu Anadolu Osmanlıcası’ndan kalma bir “ağız” saydığını,
bizim Abdülbâkî Günışığı benzeri fedâkârların bunları anlatmak için nasıl dağ-taş gezdiğini; *Rişvan aşireti mensubu Dr. Mahmut Rişvanoğlu’nun ise Doğu Aşiretleri ve Emperyalizm ile Ortadoğu Üzerine Oynana Oyunlar kitaplarıyla bütün bu işlerin emperyalizm arka plânını nasıl ortaya koyduğunu*; nihayet doksanına merdiven dayamış aziz *Prof Orhan Türkdoğan’ın Etnik Sosyoloji’sinde daha da fazlasını nasıl harmanladığını; nice yüzlerce belge-bilgi-yayını, (şimdiki profesörler hariç) bir kısım tarihçiler, antropologlar, aydınlar en az yüz yıldan günümüze tartışadursunlar,[1] bütün rehavetiyle uyuyanlara inat, atı alan Üsküdar’ı geçmek için olanca gücüyle - peşine takıldığı yoldaşları-oynaşları-yandaşlarıyla birlikte -* koşmaktadır.
*Anadolu’da Kürdistan Nasıl Uyduruldu?*
İlk Selçuklu Tarihçimiz Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç (Elbistan, 1900-İstanbul, 1961), Ortaçağ İslâm tarihçisi olmakla beraber, özellikle Anadolu Selçukluları ve Anadolu’nun Türkleşmesi üzerine büyük bir otorite sayılmaktadır. Bundan 88 yıl önce, yani 1925’te, Mükrimin Halil’in genç ve parlak bir tarihçi olarak temayüz ettiği sırada Doğuda Şeyh Sait isyanı çıkmıştır. Şeyh Sait hadisesi münasebetiyle, bugünlere benzer bir şekilde gazetelerde ve ağızlarda Kürdistan tabiri dolaşıp durmaktadır. Bugünün farkı, zamanımızda artık sözde siyasî sorumlular, hatta bizzat Başbakan tarafından da kullanılmaktadır. O günler gidişattan kaygı duyan Mükrimin Halil Bey, 16 Nisan 1925 günü, “Manasız Bir İsim: Kürdistan” başlıklı bir makale yayımlar.[2] Amacı, Anadolu Türk Tarihini yazan birisi olarak hem
konuyu ilmî sınırlarıyla ortaya koymak ve hem de ülke bütünlüğü açısından dikkat çekmektir. Makalesinde “gerçekten tarihin derinliklerine inerek” sırayla, “Kürdistan” tabirinin ilk kez nerelerde geçtiğini, Kürtlerin eskiden nerelerde meskûn olduğunu ve bu tabirle nerelerin kastedildiğini ele alır. Daha sonra tarihte Doğu Anadou’nun bir kısmına bu ismin ilk kez
hangi Osmanlı Sultanı zamanında ve asıl hangi tarihçi tarafından düpedüz
UYDURULDUĞUNU anlatır.[3] (Kastedilen meskûn yerlerle ilgili paragrafı
özetleyerek - ve bazı yerleri gençler için biraz sadeleştirerek veriyoruz - parantez içi ifadeler bize ait. MK):
“*Kürdistan ismi ilk önce İlhanlı tarihçileri Reşidüddin’in Câmi‘u't-Tevârîh'inde, ondan sonra Ebu'l-Kâsım Kâşânî'nin Târîh-i Olcaytu Han'ında geçer*.
14. yüzyıl başlarında yazılan bu kitaplarda Erdelan (İranda, Azerbaycan sınırı) ve Luristan (güney-batı İran) bölgelerinin bu isimle anıldığı görülmektedir. 15. yüzyılda yazılan Nizâmüddin Şâmî'nin ve Şerafeddin Ali Yezdî'nin Timurnâme'lerinde bu ismin Hoy şehri (İran’ın Batı Azerbaycan’ı) ve Şehrizor'a tahsis edildiği görülmektedir (bugün Kuzey Irak’ta Süleymaniye’nin doğusunda kalan eski bir şehir). Bunların ardından giden birçok tarihçi de – ki, üç kişi daha anıyor: Hafız Ebru, Abdürrezzak Semerkandî, Mirhond - Kürdistan ismiyle ayni yerleri kastetmişlerdir. Bütün bu tarihler bize gösteriyor ki, ‘Kürdistan’, eskiden Irak-ı Arap ile Irak-ı Acem denilen bölgelerin ayrıldığı hatta, zikrettiğimiz alanları ihtiva eden bir mıntıkadır. Eski tarihçilerin hiçbirinde Anadolu'nun herhangi bir kısmına’Kürdistan’ ismi verildiği görülmemiştir.” Devamında ise tarih okutuculuğunda yapılan hataya işaret ederek şu çarpıcı cümleyi kullanıyor: “Bugün (1925’i kastediyor) mektep kitaplarında Şarkî Anadolu'nun bir kısmının fuzulî olarak “Kürdistan” tesmiye edildiği görülmektedir.” Ve Mükrimin Halil Bey o gün için yapılan, fakat yine o zaman göz yumulan hataya şöylece dikkat çekiyor: “Şarkî Anadolu'yu bu isim ile ilk tevsîm eden (adlandıran) Heşt Behişt müellifi İdris-i Bitlisî olmuştur.[4] Müverrih-i muma-ileyh Yavuz Sultan Selim'in bu havaliyi Safevîler elinden nez‘ ettiğini (aldığını) zikrettiği esnada bu isim ile tevsîm eylemiştir.
Heşt Behişt'i takip ve onu me’haz ittihaz etmiş olan Hoca Sadeddin Efendi Tâcu't-Tevârîh'inde aynen selefinin tabirini kullanmış ve Sadeddin'in muakkipleri olan Hasan Beyzade ve Solakzade gibi müverrihler bu tabiri aynen muhafaza eylemişlerdir.”
*Ve en çarpıcı pasajlar:*
“Eski tarihçilerin eserlerini inceleyip araştırma zahmetine katlanmadan kitap yazmaya yeltenenler hep bu bir-iki Türkçe kitabı kaynak kabul ettiklerinden, onlar da bu ismin ilim-dışı olduğunun farkına varamamışlardır. Son zamanlarda Mehmed Mazhar Efendi ve Osmanlı Devleti Tarihi yazarı Abdurrahman Şeref Bey, bu ismi aynıyla kullanmışlardır. Her iki yazarın da yegâne kaynakları Tâcu't-Tevârîh kitabı idi. Okul kitapları da ayni şekilde yazılmış ve Anadolu’nun Doğusu “Kürdistan” adıyla anılır olmuştur. Şu halde İdris-i Bitlisî bir “Kürdistan” tabiri UYDURMUŞ, diğerleri de inceleyip araştırmaksızın bu ismi kitaplarına geçirmişlerdir.
“İdris-i Bitlisî ve ona bağlı olarak diğer yazarlar Kürdistan tabiriyle Fırat nehrinin sol yakasından itibaren İran'a kadar devam eden Anadolu'nun Doğusunu murat etmektedirler.”
Mükrimin Halil Bey makalesinde, bundan sonra Anadolu Tarihini özetlerken:[5] - Milattan önce 6. Yüzyıldan itibaren Batı Anadolu’daki Frigyalılar’ın bir kolu olan Ermeniler’in Doğu Anadolu’ya geldiklerini ve uzun asırlar (Roma ve Bizans dönemleri dâhil) burasının “Ermeniye” diye anıldığını; - Sonra Arap-İslâm ordularının Doğu Anadolu’yu işgal ettiklerini; halkının büyük çoğunluğu Arapça konuşan Diyarbekir bölgesinin, gerçekte “birer
Abbasi valilerinden başka bir şey olmayan “Şeyh”, “Hamedan ve “Mervan” aileleri tarafından idare edildiğini”[6];
- 11. Yüzyıl ortalarından başlayarak Selçuklular tarafından gerek Doğuda Bizans’ın elindeki “Ermeniye” kısımları, gerekse Güneydoğuda Mervanoğulları’nın elindeki Diyarbekir bölgesi, nihayet bütün Anadolu’nun kesin olarak Türklerin hâkimiyetine geçmekle onların “vatanı” hâline geldiğini;
- Ardından Anadolu Selçuklu Devleti’nin Anadolu’da iki buçuk asır boyunca sağladığı birliğin Moğolların işgaliyle bozulduğunu; ama kısa bir zaman sonra onların çekilişiyle  beraber Beylikler döneminin başladığını, o yıllarda da Güneydoğu vilâyetlerinde Akkayonlu ve Karakoyunlu diye iki benzer Türk devletinin hâkimiyetini;
- Nihayet Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim eliyle Anadolu’daki birliğin yeniden ve kâmilen gerçekleştiğini, genel hatlarıyla anlatıyor.
Ve merhum tarihçimiz, makalesini şöyle bitiriyor:[7]
“Eskiden ‘Ermeniye’ adıyla bilinen Doğu Anadolu’muz, Anadolu’dan ayırmayı icap ettirecek yahut ayrı bir bölgeye delâlet edecek hiçbir isim almamış, bazen küçük küçük vilâyetler hâlinde idare edilmiş, bazen de tek bir emirlik hâlinde ve ‘Diyarbekir’ emirliği olarak idare olunmuştur. Bütün tarihi devirlerde Anadolu’nun herhangi bir kısmına ‘Kürdistan’ adı
verildiği hiç görülmemiştir.”
“Yalnız son asırlarda Ermeni milliyetçileri, Ermenilik adına siyasî ve kültürel faaliyette bulunarak Anadolu’da bir Ermenistan vücuda getirmek hülyasını takip ettikleri esnada, Doğu Anadolu’ya eski çağlardaki adıyla ‘Ermeniye’ demeye başlamışlar ve o yolda pek çok eserler yayımlamışlardı.
Türklere düşman olan Avrupalılar da Ermenilere taraftarlık ediyorlar ve yayımladıkları tarih ve coğrafya kitaplarında Doğu Anadolu’yu ‘Ermeniye’ diye adlandırarak onlara mânen arka çıkıyorlardı. Ermenilerin faaliyeti II. Abdulhamid’i son derece kuşkulandırmış idi. Adı geçen Hâkan, ‘Ermeniye’ ve ‘Ermenistan’ adını ortadan kaldırmak için Doğu Anadolu’nun ‘Kürdistan’ adı altında anılmasını ve mekteplerde okutulan tarih ve coğrafya kitaplarına o
suretle geçmesini uygun görmüştü. Bu sebepten dolayı, Heşt Behişt yazarının (İdris-i Bitlisî’nin) icadı olan ve onun izinden giden yazarlar tarafından aynen korunan ‘Kürdistan’ adı, incelenme ve araştırmayla ilgisi olmayan yazarların himmetiyle yayıldı ve genelleştirildi. İlmî ve tarihî bir değeri bulunmayan bir ad ortaya çıktı.”
*Sonuç*

Mükrimin Halil Yinanç “*Anadolu Türklüğü’nün Tarihi”* teziyle meşhur bir tarihçi olarak Anadolu’nun bütünlüğü konusunda kaygılarla yüklü şu hükmü vererek makalesini bitirmektedir:
“Şu açıklamalar bize gösteriyor ki, Anadolu’da bütün mânasıyla tam bir birlik mevcuttur. Bu birlik, bin seneden beri devam edip gelmiştir.
Anadolu’nun her tarafı ‘Anadolu’ adıyla adlandırılmıştır. Anadolu’da hiçbir bölgenin ‘Kürdistan’ adını taşıdığı görülememektedir. İlmî ve tarihî hiçbir değeri olmayan böyle bir tabirin (1925 yılı şartlarını kastederek-MK) bundan böyle anılmaması, hem ilmî gerçekler adına, hem de ülke bütünlüğü adına temenniye şayandır.”
Merhum Mükrimin Halil ve benzeri tarih bilginlerimiz, yani sade o değil Osman Turan’lar, Faruk Sümer’ler, İbrahim Kafesoğlu’lar, M. Altay Köymen’ler, bugünün Türkiyesi’nde ülke bütünlüğü adına yaşanan son tartışmaları yerlerinden kalkıp görseler, kahırlarından bir daha ölürlerdi herhâlde!..
*Nihayetinde biz ise bir soruyla bitirmek istiyoruz:*
Bilir-bilmez nicesinin sözde allâme kesilip bin yıllık vatanımızın bir bölgesine, özellikle Doğu ve Güneydoğu’suna “Kürdistan” damgası vurmaya yeltendikleri; hatta bu “hülya”yı hayata geçirmeye çalıştıkları, sonunun nereye varacağını bilerek-bilmeyerek bazı sözde siyasetçi ve devlet adamlarının dahî fütursuzca (daha doğrusu “sorumsuzca”) bu ismi
kullandıkları bir zamanda, Mükrimin Halil Yinanç’ların kaygısına ve uyarısına kulak kabartabilecek sorumlu mevkilerde bulunan bilim adamları ve tarihçilerle bir kısım gerçek devlet adamlarında hakikati savunma inanç ve iradesi yok mu acaba?
Yoksa eğer, eminiz Mükrimin Halil Yinanç ve onun gibi düşünen ebediyet kervanının ruhları – ne yazık ki – muazzep olacaktır!..
Ve bin yıldan beri gerek Türk doğmuş, gerekse bu milletle hem-hâl olarak kendi iradeleriyle “Türk olmuş” insanların gözlerinin nuruyla aydınlanmış ve damarlarının kanıyla sulanmış aziz Anadolu toprakları bu meş’um süreçte bütünlüğünü fiilen kaybederse eğer, başata tarihçilerimiz ve devlet adamlarımız olmak üzere bütün gerçek aydınlarımızın o büyük insanların ruhaniyetlerinden af dilemeleri gerekecektir.

*Dr. MUSTAFA KÖK; E. Öğretim Üyesi*
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Biz bu tartışmaların somut örneklerini daha fazlasıyla geçen yılki benzer bir yazımızda ele almıştık: Bkz: “Mükrimin Halil Yinanç Uyarıyır: Mânasız Bir İsim Kürdistan”. Türk Yurdu, Aralık 2012 sayısı.
[2] Mükrimin Halil Yinanç, Yeni Türk, S: 16, s. 3, 16 Nisan (1925) 1341/23 Ramazan 1343 (Makale yakında Ö. Hakan Özalp’ın, merhum için çıkardığı – Tarihe Adanmış Bir Ömür, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, Elmuhay Vakfı Yay. 2012 İstanbul, s.48 vd. – biyografi kitabında özetlendi. Çevrim yazısı da kendisi tarafından yapılmış makalenin aslını bize gönderen sevgili Ö. Hakan Özalp’a müteşekkiriz.
[3] Mükrimin Halil Yinanç, a.g.m. s. 3.
[4] Heşt-Behişt, Bitlisli İdris’in, ilk sekiz Osmanlı Sultanının dönemini anlatan meşhur tarih kitabıdır. (MK)
[5] Mükrimin Halil Yinanç, Anadolu Türkleri Tarihi’ni bundan sonraki hayatında 18 el yazması defterden oluşan 4 cilt hâlinde planlamış, fakat ömrü içinde bunun sadece bir cildini yayımlayabilmiştir (Anadolu’nun Fethi -Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri, 1944). T.T. K. ise 2011’de – merhumun 50. Vefat yılı dolayısıyla - bütün eserlerini yayımlama kararı almış
bulunmaktadır. İlki için bkz: Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, Yay. Hazırlayan: Re’fet Yinanç, I. Cilt (aslı üzerinden I. ve II. cilt bir arada), T. T. K. Yay. Ankara 2013 (426 s.).
[6] Diyarbakır Tarihi, M. Halil Yinanç tarafından İslâm Ansiklopedisine (M. E. B. Yayını) mufassal bir madde hâlinde yazılmıştır (bütün eserleri içinde yeniden yayımlanacak). Bkz: Cilt: 3, s. 601-627.
[7] Bu kısım doğrudan Ö. Hakan Özalp’ın kitabından alınmıştır: Tarihe Adanmış Bir Ömür Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç, s. 51 vd. (Tarafımızdan sadeleştirilmiştir.)
*www.tarihgazetesi.net <http://www.tarihgazetesi.net/>*

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Yezidilik Ne Değildir?

Yezidilik Ne Değildir?
Mehmet Sait Çakar / mscakar@hotmail.com 
Yezidiliğin ne olduğunu anlamak için Yezidiliğin ne olmadığını ya da ne olamayacağını bilmek gerekir. Yezidiliğin ne olmadığı tespit edilirse kalanın arasından Yezidiliği ayıklamak daha kolay olur.
İslâmiyet’in ilk asrından itibaren mezhep ve fırkaları sistematik olarak tasnif ve tarif ederek tarihçelerini aktaran kitaplar yazıldı. Bu dönemin araştırmacılarından El-BağdadîEl-Hanefîİbn-i Teymiye ve ŞehristanîYezidîlere dair bilgi veren alimlerdir.
El-Bağdadî Yezidîliği Haricîlerin İbadiye kolundan ayrılan ve Yezit bin Ebû Uneyse tarafından kurulan bir mezhep olduğunu iddia ederek kurucusunun adından dolayı Yezidîyye olarak adlandırır. Yezit b. Ebû Uneyse’ye izâfe edilen bu fırkayı zaman zaman Nükkâriye fırkası için de kullanılan Yezidîyye ile karıştırmamak gerekir. Yezit b. Ebû Uneyse’ye göre Allah Arap soyundan olmayan birine peygamberlik görevini verip ardından yeni bir kitap gönderecektir. Ancak Uneyse’nin bu görüşü yeni bir düşünce değildi. Aynı dönemde zaten var olanVehbiyye fırkası da kendilerini Arap kabul etmeyen Berberîlerin üstünlüğünü esas almaktaydı. Böylece Arap soyluluğuna muhalif Müslüman topluluklar arasında bu fikir rağbet gördü.
Yezidîyye olarak da bilinen Nükkâriye fırkası kendisi gibi İbâziyye’nin bir kolu olan Vehbiyye fırkasından sonra en fazla taraftara sahip topluluktu. Müritleri Tâher Rûstemî’nin imâmetini inkâr etmelerinden dolayı bu adla tanındılar. Nükkâriye fırkası zaman zaman Şa’biyye ya da Mistâve olarak da anıldı. Ancak topluluğun üyeleri kendileri için Mahbûbiyyûn adını kullanmayı tercih ettiler. Fırkanın kurucusu Ebû Ammâr Abdûlhamid el-A’mâ ve ardından ‘gerçek müminlerin şeyhi’ sıfatıyla Ebû Yezit ve Mahled bin Keydâd imam seçildi. Kendilerine has fikirleriyle İbâzî düşüncesinden ayrılan Nükkâriye fırkası 10. yy.’da Kuzey Afrika’da etkin bir rol aldı.
İlâhî sıfatların mahlûk olduğunu, imâmetin farz olarak kabul edilemeyeceğini, efdâl varken mefdûlün (daha iyisi varken iyinin) imam sayılamayacağını, zâlim idarecinin arkasında namaz kılınamayacağı savunan bu düşünce Allah’ın nâfile ibadetleri emretmediğini ve takîyenin geçerli olduğu durumlarda içkinin içilebileceğini ileri sürer.
El-Hanefî’nin tarif ettiği Yezidîyye fırkası ise kadınların imametini ve lidere isyanı caiz görür. El-Hanefî fırkanın kurucusu olarak Şeyban bin Seleme ve Şebib bin Yezit bin Nuaym eş-Şeybanî’yi kabul eder.
Bu fırkaya göre lider yanlış şeylerin yapılmasını istiyor ya da toplumu felakete sürüklüyorsa isyan caizdir. Yezidîyye fırkası, kadınların da lider olabilmesine olanak sağlayan özelliği ile mevcut dinî yapıya ve geleneğe başkaldırır.
Yukarıda bahsi geçen görüşlerin dışında Yezidîler ‘zındık’ olarak da kabul edildiler. Arapçada ‘kurnaz, keskin zekâlı, ince düşünceli’ anlamlarına gelen bu kelimenin aslı Farsçadır. Arapçada menfi bir anlamı olmamasına rağmen İslâm Ceza Hukukunda ‘Müslüman gibi görünen’, ‘aynı anda hem İslâmî hem de gayriislâmî fikir sahibi’ ve ‘Allah’a ve herhangi bir dine inanmamakla beraber bunu gizleyen kişi’ demektir. Zaten daha İslâm öncesi Arap – İran kültürel etkileşimin sonucu Araplar her tür İranî inançları ve bunların sâliklerini ‘zendîk’ olarak tarif ediyorlardı.
Zındık kelimesi ‘zinde-kâr / zinde-kerd’ sözcüklerinden oluşur. ‘Zend’ Zerdüşt’e ait ‘Avesta’ kitabının yorumu demektir. Mani’in bu kitabına ayrıca ‘Zend Avesta’ denir ve yorumları esas kabul edene de ‘Zendî’ denir. Araplar da bu kelimeyi zamanla ‘Zındık’ olarak telaffuz ettiler ve bununla önceleri yalnızca Manileri tarif etmişseler de zamanla İslâm ceza hukukunda anlamı gereğinden fazla genişletilerek âlimler tarafından saldırı aracı olarak kullanıldı. Bu kavram her ne kadar âlimler tarafından yeniden tanımlanmış olsa da kendileri bile tariflerine sadık kalmayarak her nevi kâfir ve münafığı zındık olmakla suçladılar. Hatta bazı İslâm alimleri daha da ileri giderek kendileri gibi düşünmeyenleri bile ‘zındık’ olmakla itham etmiştir.
Klâsik mezhepler tarihî araştırmacılarının dışında seyyahlar da Yezidîlere dair bilgi verdiler. Bu seyyahların en meşhurlarından Evliya Çelebi’nin 17. yy.’da yaptığı gezilerin bir durağı da Sincar Dağlarıydı. Gerçi Evliya Çelebi Sincar Dağlarına çıkmamış olsa da Yezîdilerin ne olamayacağına dair oldukça ayrıntılı bilgiler verir;
“Sencar’ın bir tarafına Saçlı Dağı denmesinin sebebi, bütün halkının kadın gibi fitil fitil saçlı olmasıdır. Gayet pis ve pinti bir toplumdur. Başlarında bit ve pîre yuva yapmıştır.”
Mübalağaya düşkünlüğü ile tanınan Evliya Çelebi’nin Yezidîleri görmeden duyduğu dedikoduları gerçekmiş gibi anlattığı Seyahatnamesinde de Yezidîlerin hakir görülmesinde etkili olur;
“Halkın çoğu kısa boylu, başları kele yakın, boyunları yok gibi, sanki başları hemen omuzdan bitmiştir. Amma omuzları geniş, göğüsleri enli, kemerleri kalın, pazıları ve baldırları boğun, ayakları geniştir. Gerçi Ferhat gibi güçlüdürler amma iyi ata binemezler. Gözleri siyah ve yuvarlak, kaşları gayet gürdür. Bunlara diğer Kürtler ‘Sekiz Bıyıklı’ derler. Zira ikisi bıyığı, ikisi kaşı, ikisi burun deliğinden çıkan ve diğer ikisi de kulak deliklerinden çıkanlardır. Vücutları kara koyun pöstekisi gibidir. Ağızlarına pabuç sığar. At dişli adamlardır. Çocukları on yaşını geçince ve yirmisinde, vakti geçmiş yiğit gibi tüylenirler.
Kadınlarının elbiseleri topuklarına iner. Tam bir sene karınlarında çocuğu taşımayınca doğurmazlar.”
Gerçi Yezidîlerin uzun saçlı olmaları ve bazı kastlarda saç sakal tıraşının makbûl olmaması Evliya Çelebi’yi bir nebze haklı çıkartsa bile ‘Sekiz Bıyıklı’ tarifi pek de aklı selim bir düşünce değildir. Benzer şekilde İranlılar çok kıllı olduklarını düşündükleri Lurlar için ‘saç madeni’ anlamındaki ‘maden-î riş’ tabirini kullanırlar. Evliya Çelebi’nin Yezidîlerin bazı alışkanlıkları hakkında verdiği bilgiler ise daha da ilginçtir;
“Çocuklarına önce siyah köpek sütü verirler. Bunların ülkelerinde bir köpeğe bir taş atsan, o taşı atana aman zaman vermeyip öldürürler. Zira büyük küçük hepsinin de evlerinde beşer onar köpekleri vardır. Yemeği önce köpeğe verirler. Onu doyurduktan sonra kendileri yerler. Köpekleri ile birlikte yatarlar. Bin kuruşa, on katıra bir siyah köpek satın alırlar.
...
Bu diyarda bir köpek doğursa şenlik yaparlar. Bir siyah köpek ölse, soğan suyu ile yıkayıp kefenleyerek ahlıya vahlıya köpek mezarlığına götürürler. Ölen köpeğin canı için yaşayan köpeklere koyun kebabı verirler.”
Evliya Çelebî’nin bu sözlerini teyit eder mahiyetteki bir başka rivayet R.Lescot’a ait. Zira Sincar'da Ali-ye Çermikî kabilesinden biri Halife kabilesinden birinin köpeğini öldürmüş ve bunun üzerine Halife kabilesinden köpeğini kaybeden adam ‘kana kan’ gereği köpeğinin katilini öldürünce bu iki kabile arasında kan davası çıktı.
Köpeklerin önemine dair Evliya Çelebi’den başka arkeolog Oktay Belli Urartu mezarlarında yaptığı kazı çalışmasında köpek mezarları buldu. Van’da M.Ö. 9.-7. yy.’da Urartu beylik merkezi olan Yoncatepe Kalesinde Urartulardan kalma 8 mezardan insan iskeletleriyle beraber köpek iskeletleri de çıktı. Oktay Belli’ye göre Urartular sürülerin güdülmesinde köpek insana yardımcı olduğundan kutsal sayılıyordu ve öldüğünde de insanlara ait mezarlara dinî törenle gömülürdü.
Evliya Çelebi, Yezidîlerin yemek alışkanlıklarına dair verdiği bilgilerde de mübalağaya kaçar;
“Bu Kürtler soğan ve peyniri daima koyunlarında gezdirirler. Bir kimse bunların yanında bir soğanın başına yumruk vurup ezse, o kimsenin başını da onlar ezip öldürürler. Şurası gariptir: Bunlardan zengin bir kimse ölse, o adamı soğan suyu ile yıkayıp kabrine de soğan dikerler. Bütün ölülerinin kefenine mutlak köpek yünü katmak adetleridir... Bu hallerini nice kereler sordum, doğru olarak vermeyip ‘pivas hoş est’ yani ‘soğan iyidir’ dediler. Bu bir darbımesel olmuştur: Bir Kürd’e sormuşlar, ‘Hükümdar olsan ne yersin?’ diye. Cevap olarak: ‘Soğan cücüğü yerim’ demiş. Hakikaten Kürtler soğanı sevip ‘güzel! güzel!’ der. Şu da gariptir: Bu Kürtlerin çevresine bir çizgi çizsen, o çizginin dışına çıkmaları imkânsızdır. Ancak biri gelip o yuvarlak çizginin bir tarafını bozarsa o çizgiden dışarı çıkar! Yoksa o çizginin içinde öleceğini bilse dışarı çıkmaz.”
Tarafsız bir gözlem yapmayan Evliya Çelebi, Yezidîlere düşman komşularının fikirlerini kayda almakla yetindi. Bu açıdan bakıldığında Evliya Çelebi ile Karl May arasında yalnızca zaman farkı söz konusudur. Her ikisi de Yezidîleri yerinde incelemeden tanıtarak duygularını ve dolayısıyla toplumu yanlışa sürüklediler.

14 Ağustos 2014 Perşembe

SİZİN & BİZİM İL'İN MEŞHURLARI

ADANA: Pamuk ( Beyaz altın ), Adana Kebabı, Çukurova, Anavarza Kalesi, Misis Antik Kenti, Tekir Yaylası, Yaşar Kemal, Sakıp Sabancı
ADIYAMAN
: Nemrut Dağı, Besni Üzümü, Pirin-Gümüşkaya Mağaraları, Kahta Çayı
AĞRI: Ağrı Dağı, İshak Paşa Sarayı, Balık Gölü, Göktaşı Çukuru, Gürbulak Sınır Kapısı, Günbuldu Mağaraları

AFYON: Haşhaş, Kaymak, Afyon Sucuğu, Afyon Mermeri, Çağlayan Mesire Yeri, İscehisar Kayalıkları, Bayat Kilimleri, Hüdai, Gazlıgöl, Dinar ve Sandıklı Kaplıcaları
AKSARAY: Ihlara Vadisi, Eğri Minare, Yılanlı Kilise, Sultanhanı ve Ağzıkarahan Kervansarayları, Acemhöyük, Manastır Vadisi, Antik Nora Şehri
AMASYA
: Amasya Elması, Borabay Gölü, Amasya Kalesi, Kral Kaya Mezarları, Ahşap Amasya Evleri, Darüşşifa ( Akıl hastalarının müzik ve su sesiyle tedavi edildiği ilk yer ), Şehzadeler Şehri
ANKARA
: Ankara Kalesi, Anıtkabir, Tiftik Keçisi ( Ankara Keçisi ), Hacı Bayram Veli Türbesi, August Tapınağı, Roma Hamamı, Gordion ( Frigyanın Başkenti ), Atakule, Karum İş Merkezi, Kızılcahamam-Ayaş Kaplıcaları, Beypazarı Evleri
ANTALYA:
 Düden-Kurşunlu-Manavgat Şelaleleri, Dim-Damlataş-Karain Mağaraları, Olimpos-Beydağları-Köprülü Kanyon Milli Parkları, Konyaaltı-Lara-Patara Plajları, Turunçgil ve Seracılık Üretimi ile Alanya, Side, Manavgat, Kemer, Kalkan, Kaş Gibi Turizm Merkezleri, Tarihi Kaleiçi Evleri, Altın Portakal Film Yarışması, Kesme Çiçek Üretimi, Aspendos, Perge, Fhaselis, Termessos, Olympos Antik Kentleri
ARDAHAN:
 Kaşar Peyniri, Çıldır Gölü
ARTVİN:
 Boğa Güreşleri, Barhal Kilisesi, Sarp Sınır Kapısı, Çoruh Nehri, Karagöl - Sahara ve Hatilla Vadisi Milli Parkları
AYDIN:
 Deve Güreşleri, Büyük Menderes Nehri, Afrodisias-Milet-Didim-Priene Antik Kentleri ile Kuşadası, Aydın İnciri, Dilek Yarımadası Milli Parkı
BALIKESİR:
 Susurluk Ayranı ve Tostu, Manyas Gölü ve Manyas Yoğurdu, Ayvalık ve Edremit Zeytini, Kaz Dağları Milli Parkı, Bor mineralleri, Gönen-Manyas-Burhaniye Kaplıcaları, Kaz Dağları Sarıkız Şenlikleri, Şahin Deresi Kanyonu, Sütüven Şelalesi, Ayvalık-Altınoluk-Akçay-Ören Turizm Merkezleri, Hasanboğuldu, Tahtakuşlar Etnografya Müzesi, Balıkesir Kolonyası, Kaymaklısı
BARTIN:
 Amasra Kalesi, İnkum Plajı, Bartın Çayı
BATMAN:
 Hasankeyf Türbesi ve Kalesi, Petrol Rafinerisi
BAYBURT:
 Bayburt Kalesi, Şehit Osman Türbesi, Aydıntepe Yeraltı Şehri, Sırakayalar Şelalesi
BOLU:
 Yedi Göller, Abant, Gölcük, Sünnet Gölleri, Mudurnu ve Göynük’ün Tarihi Ahşap Evleri, Kartalkaya Kış Sporları Merkezi, Mengen’in Aşçıları, Akkaya Travertenleri, Seben Kaya Evleri, Seben Elması, Aladağ Yaylaları, Mudurnunun Sarot ve Babas Kaplıcaları
BURDUR:
 Sagalassos Antik Kenti, İnsuyu Mağarası, Burdur ve Salda Gölleri
BURSA:
 Yeşil Türbe, Ulu Cami, Kozahan, İznik Çinileri, Cumalıkızık Köyü ve Evleri, Uludağ Milli Parkı, Kestane Şekeri, Şeftali, Bıçak, Havlu, Gemlik ve Mudanya'nın Zeytini, İnegöl Köftesi, Çekirge-Oylat Kaplıcaları, İskender Kebabı, İnkaya Çınarı, Mihaliç Peyniri, İznik Gölü,Emsali zor bulunan IRGANDI köprü, Osman Gazi ve Orhan Gazi Türbesi, Emirsultan türbesi,Molla Gürani Türbesi, Molla Fenari Türbesi, Karagöz ve Hacivat, Üftade Türbesi, Hisar ve Orta Pazar mahallelerindeki surlar ve Osmanlının Bursa'ya ilk girdiği Kapı (Saltanat Kapı Yeni Yapılan Değil),Emsali zor bulunan IRGANDI köprü
BİLECİK:
 Şeyh Edebali ve Ertuğrul Gazi Türbeleri, Saat Kulesi, Türk Büyükleri Platformu, Osmanlının Kuruluş Yeri Söğüt İlçesi, Mermer Üretimi ve Bozöyük Seramiği
BİNGÖL
: Kös Kaplıcası, Soğuksu Mesiresi, Buzul Gölleri, Kiğı Kalesi, Yüzen Ada ( Turnalar Gölü ), Kartal ( Karakuş ) Halkoyunu
BİTLİS:
 Nemrut Dağı, Nemrut Krater Gölü, Ahlat Kümbetleri, Tütün Üretimi, Süphan Dağı, Adilcevaz Kalesi, İhlasiye Medresesi, El-Aman Kervansarayı, Ahlat Selçuklu Mezarlığı, Beş Minare ( Şerefiye, Kalealtı, Ulu, Meydan ve Gökmeydan Camileri )
ÇANAKKALE:
 Gökçeada ve Bozcaada, Truva ve Assos Antik Kentleri, Gelibolu Şehitler Milli Parkı, Adatepe ve Çetmi (Yeşilyurt ) Köyleri, Dardanel Balık Konservesi, Domates ve Seramik Üretimi, Höşmerim ( peynir tatlısı )
ÇANKIRI
: Çankırı Kalesi, Taşmescit, Bülbül Pınarı Dinlenme Yeri, Kayatuzu Üretimi
ÇORUM:
 Yazılıkaya, Hattusaş, Alacahöyük Ören Yeri, Çorum Leblebisi ve Saat Kulesi
DENİZLİ:
 Pamukkale Travertenleri, Hierapolis Antik Kenti, Buldan Bezi, Havlu ve Bornoz Üretimi, Güney Şelalesi, Karahayıt Kaplıcaları, Kızıldere Jeotermal Kaynağı , Denizli Horozu
DİYARBAKIR:
 Diyarbakır Karpuzu, Malabadi Köprüsü, Diyarbakır Surları, Ergani Bakırı, Behrampaşa Camii, Delilo Halkoyunu, Deliller Hanı, Diyarbakır Sokakları, ( Küçeler ) Hilar Kayalıkları, Çermik Kaplıcası, Meryem Ana Kilisesi, Sarı Saltık Türbesi
DÜZCE:
 Samandere, Güzeldere, Aydınpınar, Sarıyayla, Saklıkent ve Aktaş Şelaleleri,Fakıllı, Sarıkaya ve Aksu Mağaraları, Akçakoca Turizm Merkezi, Efteni Gölü ve Kaplıcası, Konuralp Müzesi, Sakarca, Topuk, Kardüz, Odayeri , Torkul Yaylaları
EDİRNE:
 Selimiye Camii, Rüstempaşa Kervansarayı, Kırkpınar Yağlı Güreşleri, Ayçiçeği-Pirinç ve Beyaz Peynir Üretimi, Uzunköprü.
ELAZIĞ:
 Harput Kalesi ve Şehri, Keban Baraj Gölü, Hazar Gölü, Buzluk Mağarası, Çaydaçıra Halkoyunu, Ağın Kaplıcası,Hazarbaba Kayak Merkezi,Arap Baba Türbesi
ERZURUM:
 Palandöken Kayak Merkezi, Çifte Minareli Medrese, Tortum Şelalesi, Oltu Taşı, Aziziye Tabyaları, Üç Kümbetler, Çağ Kebabı, Tepsi Minare ( Saat Kulesi ), Erzurum Kalesi, Rüstem Paşa Bedesteni, Erzurum Kongresi Binası, Çobandede Köprüsü, Narman Peribacaları
ERZİNCAN:
 Girlevik Şelalesi, Ekşisu Kaplıcası, Tulum Peyniri, Bakır İşlemeciliği, Aygır Gölü, Buz Mağaraları, Eğinin ( Kemaliye ) folklörü
ESKİŞEHİR:
 Lületaşı, Porsuk Çayı, Midas Tapınağı, Anadolu Üniversitesi, Yunus Emre Türbesi, Tarihi Odun Pazarı Evleri, Yazılıkaya Frig Vadisi ( Midas Kenti ), Uyuz, Çifteler ve Yarıkçı Hamamları, Çatacık Ormanları ve Mesire Yeri, Eti Bisküvileri, İnönü Planör Kampı, Sivrihisar Ermeni Kilisesi
GAZİANTEP:
 Antepfıstığı, Antep Baklavası, Zeugma-Karkamış-Yesemek Antik Kentleri, İplik Sanayi, Karpuzatan ve Dülükbaba Mesire Yerleri, Antep Mutfağı
GÜMÜŞHANE:
 Tomara ve Torul Şelaleleri, Satara Antik Kenti, Kuşburnu Çayı ve Marmeladı, İmera Manastırı ve Gümüşhane Evleri
GİRESUN:
 Giresun Kalesi, Fındık Üretimi, Hayırsız Ada, Şebinkarahisar Kalesi, Kümbet, Bektaş, Gölyanı, Kulakkaya ve Sisdağı Yaylaları, Aksu Şenlikleri, Pınarlar Şelalesi Aygır Gölü, Giresun Kalesi, Gedikkaya
HAKKARİ: 
Cilo ve Sat Dağları, Buzul Gölleri, Zap Suyu, Ters Lale ( Ağlayan Lale ), Şemdinli Balı, Sümbül Dağı, Hakkari Kilimleri
HATAY:
 Antakya Mozaik Müzesi, Harbiye Mesire Yeri, Arsuz Plajları, İskenderun Demir-Çelik Fabrikaları, Soğukoluk Mesire Yeri, Künefe Tatlısı, Sen Piyer Kilisesi, Erzin Kaplıcaları
IĞDIR:
 Pamuk Üretimi
ISPARTA:
 Kovada Gölü Milli Parkı, Isparta Gülü, El Dokuması Isparta Halıları, Eğirdir ve Gölcük Gölleri, Isparta Elması,Yazılı Kanyon Milli Parkı, Pınargözü Mağarası, Davraz Dağı Kayak Merkezi
İSTANBUL: Topkapı Sarayı, Sultanahmet ve Süleymaniye Camileri, Yerebatan Sarnıcı, Kapalıçarşı, Mısırçarşısı, İstiklal Caddesi, Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları, Yıldız-Gülhane - Emirgan Parkları, Çamlıca Tepesi, Prens Adaları, Rumeli Hisarı, Haliç Piyerloti, Kız Kulesi, İstanbul Boğazı, Minyatürk, İstanbul Surları, Galata Kulesi, Sultanahmet Meydanı, Aya İrini Müzesi, Eyüp Sultan Camii, Boğaz Köprüleri, Bozdoğan Kemeri, Fener Rum Patrikhanesi
İZMİR: İzmir Saat Kulesi, Kadife Kale, Meryem Ana Evi, Kültürpark, Efes-Bergama Antik Kentleri, Balçova Kaplıcaları, Kemeraltı Çarşısı, Çamaltı Tuzlası ve Kuş Cenneti, Çeşme Kalesi, Kordon Boyu, Asansör, Kızlar Ağası Hanı, Birgi Çakırağa Konağı, İzmir Köfte, Lokma ve Kemalpaşa Tatlıları, Foça, Çeşme, Seferihisar, Selçuk, Alaçatı Turizm Merkezleri
KAHRAMANMARAŞ: Maraş Dondurması, Döngel Mağaraları, Afşin-Elbistan Termik Santrali, Maraş Kalesi, Tarhana,Sütçü İmamı 
KARABÜK: Safranbolu Evleri, Safranbolu Lokumu, Demir-Çelik Fabrikası
KARAMAN: Hatuniye Medresesi, Yerköprü Şelalesi, Karaman Koyunu, Türkiyenin Bisküvi Üretim Merkezi, Karaman Elması,Karamanın Koyunu
KARS: Kars Kalesi, Ani Harabeleri, Sarıkamış Kayak Merkezi, Kaşar Peyniri
KASTAMONU: Cehennem Deresi Kanyonu, Ilgarini Mağarası, Tosya Pirinci, Taşköprü Sarımsağı, Ilgaz Dağı Milli Parkı, Kır Pidesi, Kürenin bakırı
KAYSERİ: Erciyes Dağı Kayak Merkezi, Kayseri Pastırması, Bünyan Halısı, Sultansazlığı Kuş Cenneti, Kapuzbaşı Şelaleleri, Gesi Bağları, Talas Kenti, Gevher Nesibe Tıp Merkezi
KIRIKKALE: Silah Fabrikaları, Petrol Rafinerisi
KIRKLARELİ: Dupnisa Mağarası, Alpullu Şeker Fabrikası, Hamitabat Doğalgaz Santrali, Dereköy-İğneada-Kıyıköy-Kastro gibi Sayfiye Yerleri 
KIRŞEHİR: Ahi Evran Türbesi, Hirfanlı Baraj Gölü, Seyfe Gölü, Petlas Lastik Fabrikası, Cacabey Medresesi, Mucur Yeraltı Şehri
KOCAELİ ( İZMİT ): Pişmaniye, Değirmendere Fındığı, Hannibal’ın Mezarı, Petrokimya ve Otomotiv Sanayi, Osman Hamdi Bey Müzesi, Eski Hisar Kalesi, Saat Kulesi, Hereke Halısı, Kandıra Yoğurdu, Abdülazizin Av Köşkü, Kaiser Wilhelm Köşkü, Ballıkayalar Vadisi ve Beşkayalar Tabiat Parkları, Darıca Kuş Cenneti, Maşukiye, Kartepe ve Kuzu Yaylası, Çoban Mustafa Paşa Külliyesi,Yarımca Kirazı
KONYA: Mevlana Türbesi, Alaeddin Tepesi ve Camii, Karatay Medresesi, Çatalhöyük Antik Kenti, Akşehir Nasrettin Hoca Şenlikleri, Balatini Mağarası, Ilgın Kaplıcaları 
KİLİS: Kilis Yorganları 
KÜTAHYA: Porselen ve Çini İmalatı, Başkomutanlık Milli Parkı, Kütahya Kalesi, Aizanoi Antik Kenti, Tunçbilek-Seyitömer Linyitleri, Tavşanlı Leblebisi, Simav ve Gördes Halıları
MALATYA: Malatya Kayısısı, Günpınar Şelalesi, Pınarbaşı Mesire Yeri, Aslantepe Antik Kenti, Karakaya Barajı, Somuncu Baba Camii ve Balık Gölü, Sürgü ( Takaz ) Mesire Yeri, Arapgir Meydan Köprüsü, Battalgazi Kervansarayı, Sultansuyu Harası, Darende Kudret Hamamı
MANİSA: Sard Antik Kenti, Mesir Macunu, Spil Dağı Milli Parkı, Üzüm ve Tütün Üretimi, Soma’nın Linyiti, Ağlayan Kaya ( Nyobe ) Muradiye ve Ulu Cami Külliyeleri, Vestel Fabrikaları
MARDİN: Deyrul-Zafaran Manastırı, Mardin Kalesi, Taş Evleri, Telkari Gümüş İşlemeciliği, Dara Harabeleri ve Zinciriye Medresesi 
MERSİN ( İÇEL ): Kız Kalesi, Cennet ve Cehennem Obrukları, Silifke Yoğurdu, Anamur Muzu, Turunçgil ve Seracılık Üretimi, Göksu Nehri, Sertavul Geçidi, Tarsus Şelalesi, Çamlıyayla ( Namrun ) 
MUĞLA: Bodrum, Marmaris, Datça, Fethiye, Dalyan, Göcek Gibi Turizm Merkezleri, Kelebekler Vadisi, Bodrum Kalesi, Beyaz Bodrum Evleri, Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi, Saklıkent Kanyonu, Ölü Deniz, Çamur Banyosu, İztuzu Plajı, Sedir Adası, Knidos-Letoon-Kaunos-Labranda-Keramos Antik Kentleri, Milas Halıları, Halikarnas Balıkçısı, Marmaris Çam Balı, Sığla Ağacı ve Yağı
MUŞ: Muş Ovası, Malazgirt Anıtı, Gaz Gölü 
NEVŞEHİR: Peribacaları, Derin Kuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Hacı Bektaşi Veli Türbesi, Üzüm Bağları ve Şarabı, Patates Üretimi, Testi Kebabı, Avanos’un Çanak Çömlek İşçiliği, Göreme Açık Hava Müzesi, Kozaklı Kaplıcaları, Ortahisar ve Uçhisar Kaya Oyması Kaleleri, Tarihi Mustafapaşa Evleri,Zelve
NİĞDE: Saat Kulesi, Aladağlar, Bolkar Dağları, Türkiye’nin Elma ve Patates Deposu, Kuşkayası Mezarlığı, Çiftehan Kaplıcaları 
ORDU: Türkiye’nin Fındık ve Bal Deposu, Boz Tepe, Çamlık Mesire Yeri, Yason Burnu ve Kilisesi, Keyfalan Yaylası 
OSMANİYEToprakkale Kalesi, Hemite Kalesi, Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi, Karaçay ve Şarlak Şelaleleri, Zorkun Yaylası, Haruniye Kaplıcası, Yerfıstığı Üretimi 
RİZE: Çay Bahçeleri, Kaçkar Dağları, Ayder ve Çamlıhemşin Yaylaları, Anzer Balı, Zilkale ve Buzul Gölleri, Elevit Şelalesi, Palovit Yaylası, Fırtına Deresi Vadisi, Rize Kalesi, Rize Bezi 
SAKARYA: Sapanca ve Poyrazlar Gölleri, Akyazı Kuzuluk Kaplıcaları, Sakarya Nehri, Patates ve Soğan Üretimi 
SAMSUNTütün Üretimi, Çarşamba ve Bafra Delta Ovaları, Havza ve Ladik Kaplıcaları, Atatürk Anıtı, Bafra Pidesi,Vezirköprü İlçesinin Semaveri 
SİNOPSinop Kalesi, Boyabat Pirinci, İnceburun ( Türkiye’nin En Kuzey Noktası ), Ayancık Kerestesi, Erfelek Tatlıca Şelaleleri, İnaltı Mağarası, Akgöl, Sinop Hapishanesi, Keten Üretimi 
SİVASBuruciye Medresesi, Gök Medrese, Kangal Çoban Köpeği, Kangal Balıklı Kaplıcası, Divriği’nin Demiri, Pir Sultan Abdal ve Aşık Veysel, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifa, Çifte Minareli Medrese, Sızır Şelalesi ( Gemerek ),Tödürge Gölü ( Zara ) 
SİİRT: Veysel Karani Türbesi, Büryan Kebabı, Perde Pilavı, Saat Kulesi, Siirt Yünlü Battaniyeleri, Derzin Kalesi, Billoris Kaplıcası, Jirkan Kilimi 
TEKİRDAĞ: Şarköy Üzümü ve Şarabı, Tekirdağ Rakısı, Ayçiçeği, Tekirdağ Köftesi, Rakoçzi Müzesi, Rüstempaşa Camii 
TOKAT: Tütün Üretimi, Niksar Ayvaz Suyu, Almus Baraj Gölü, Ballıca Mağarası, Topçam Yaylası, Zinav Gölü, Gök Medrese, Tokat Çemeni, Sulu Saray ( Sebastapolis ) Tokat Kebabı, Yazma Üretimi
TRABZON: Sümela Manastırı, Atatürk Köşkü, Uzungöl, Zağanos Köprüsü, Hamsiköy Sütlacı, Kadırga Yaylası, Trabzon Bileziği, Akçaabat Köftesi, Boztepe, Beton Helva ve Vakfıkebir Odun Ekmeği, Ayasofya Müzesi, Horon, Kisarna ( Bengisu ) Madensuyu, Sultan Murat Yaylası, Kızlar Manastırı, Trabzonspor 
TUNCELİ: Munzur Vadisi Milli Parkı, Düzgün Baba Dağı, Bağın Ilıcası, Munzur Gözeleri, Tek dişli Munzur Sarımsağı
UŞAK: Deri, Kilim ve Battaniye Sanayii, Şeker Fabrikası ( Türkiye’deki İlk Şeker Fabrikası ), Akse Çamlığı, Hamam Boğazı Şifalı Suları 
VAN: Van Kedisi, Akdamar Adası, Van Gölü, Hoşap Kalesi, Muradiye ve Bendimahi Şelaleleri 
YALOVATermal Kaplıcaları, Armutlu Kapıcaları, Atatürk Köşkü Müzesi
YOZGAT: Saat Kulesi, Yozgat Çamlığı Ulusal Parkı, Kerkenez Harabeleri (Keykavus Kalesi), Akdağ Ormanları,Arabaşı,Testi ve Tandır Kebabı, Madımak, Çeşka Kalesi, Türkiyenin İlk Dünyanın 3. Milli Parkı Çamlık
ZONGULDAK: Taşkömürü ( Karaelmas ), Cehennemağzı, Gökgöl ve İnağzı Mağaraları 
ŞANLIURFA: Urfa Kalesi, Urfa Sıra Geceleri, Halil-ül Rahman Gölü ( Balıklı Göl ), Harran Harabeleri, Ceylanpınar Üretme Çiftliği, Çiğ Köftesi, Kelaynak Kuşları, Halfeti Evleri, Pamuk Üretimi, Hz.Eyüp Mağarası, Şuayip Şehri ve Mağarası 
ŞIRNAK: Cudi Dağı, Kasrik Boğazı, Habur Sınır Kapısı, Mem-u Zin Türbesi

5 Ağustos 2014 Salı

HAY-DER NEDİR, NE YAPAR?, Nevzat Laleli HAY-DER Genel Başkanı

HAY-DER NEDİR, NE YAPAR
Nevzat Laleli
HAY-DER Genel Başkanı
HAY-DER Hayırda Yarışanlar Derneği 16.Nisan.2012 (Kutlu Doğum haftası) tarihinde kurulmuş ve bu gün 3 yaşına basmış henüz çok genç bir kuruluştur.
Bizi, Hayırda yarışmaya, Bakara suresi 148. Ayetiyle “Kötülükte değil iyilikte ve hayırda yarışın…” buyuran Cenab-ı Hak görevlendirmiş, bu nedenle de kısa ismin başında ki “HAY” kelimesi Allah’ın güzel isimlerinden olup onun isminin derneği anan herkes tarafından zikredilmesi sağlanmıştır.
Derneğin Genel Başkanlığını Makine Mühendisi, MGV Şeref Başkanı, yazar Nevzat Laleli, Genel Başkan Yardımcılığını Dr. Kasım Sezen, Tanıtım Başkanlığını İşletmeci Orhan Candan, üyeliklerini Esnaf Akil Gül ile memur İhsan Uslu yapmaktadırlar.
Dernek amblemini, Peygamberimizin (s.a.v); “Kıyametin koptuğunu görseniz, elinizde bir ağaç fidanı varsa dikin” Hadis-i Şerifinde ki tavsiyesine imtisalen ağaç olarak seçmiş, ancak istiklal ve bağımsızlığımızın işareti hilal’i de ambleme dâhil etmiştir.
Üretimin ve imalatın yok edildiği, insanlarımızın ithal mallarına yağmaladığı ve hazırdan yediği, üstüne üstlük “Ben emekliyim…” diyerek kendini işten ayıranların çok bulunduğu günümüzde Peygamberimizin bu Hadis-i Şerifi daha büyük bir önem kazanmaktadır.
Derneğimiz çalışmalarını sürdürürken, hedeflerini de tespit etmiş, bu hedefleri fert, aile ve toplumu da içine alan; “Mutlu insan, Sağlam aile, Güçlü toplum” olarak belirlemiştir.
HAYIRDA YARIŞANLAR DERNEĞİ
Mutlu insan: Madden, insanca yaşama şartlarına sahip, manen Allah’a kul olma şuurunda, ilimle hemhal, nefsini terbiye ile meşgul ve haksızlıklara karşı mücadele azmi taşıyan “Mutlu insanı” yetiştirmeye geliyoruz.
Sağlam aile: “Güçlü toplumun” temeli ailedir. Kuruluşunda hislerle değil akılla kurulan, bir ömür boyu eşlerin birbirlerine sevgi ve saygı gösterdiği aile ile onların çocuklarıyla oluşturduğu “Sağlam aileyi” hazırlamaya çalışıyoruz.
Bu nedenle 15 senedir çalıştığımız “Sağlam aile kurma projesi” olan Yuvamız Evlendirme büromuzu, HAY-DER’le birleştirerek onu HAY-DER bir faaliyeti yaptık.
yuvamizda@gmail.com dan istenecek üç formu, dolduran ve bize gönderen her kardeşimiz bizim Damat veya Gelin adayımız olabilmektedir.
Bu güne kadar ile yurt içi ve yurt dışından başvuran bu güne kadar 80 çift (160 kardeşimizi) evlendirerek mutlu yuvalarında yaşamaları sağladık.
Güçlü toplum: Saf suresinde bildirilen “Bünyanı mersüs - Bir duvarın tuğlaları gibi…” birbirine bağlı insanlar ile yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneğini sergileyen, yürekleri aynı iman, aşk ve heyecanla çarpan insan toplumunu hazırlıyoruz.
Bir şair ise bu güzel toplum özelliğini; “İpi kopan tespihim, / Dağılmış tane tane… / Acı ama teşbihim, / Hani nerde imame?
Daneleri toplayın, / Hak ipine derleyin, / Bir imame bağlayın, / Tevhit gelsin meydane” şeklinde ifade eden Sait Çekmegil’e Allah rahmet etsin.
“Aferin… Güzel işler yapıyorlar… “diyen siz değerli okuyucularımızı, dostlarımızı ve bütün milletimizi, bizi sadece takdir etmekle kalmayarak, bu büyük idealleri birlikte gerçekleştirmeye davet ediyoruz.
Çünkü “Bir elin nesi var, iki elin sesi var”dır. Allah’ın rahmeti Ümmetin üstünedir.
GENÇLİĞİMİZİ YOĞURUYORUZ.
Profesörler, Doçent ve Doktor gibi ilim adamları, Âlimler, Aydınlar, Hocalar, Vaizlerle birlikte çalışıyoruz.
Konferanslar, Paneller (Mutlu insan, Sağlam aile, Güçlü toplum), Ev sohbetleri, ilmi toplantılar yaparak, bunları kitap, video ve CD haline getiriyor, bunları sosyal medyaya (facebook ve twitter) ve youtobe’ye koyuyoruz.
Ayrıca Konya başta olmak üzere 15 yerel gazete ile 30 kadar internet sitesinde yayınlıyoruz. Dosyamızda mevcut binlerce e-mail adresine mesajlar gönderiyoruz.
10 kadar konferansımız bulunmaktadır. (Nikâhla gelen mutluluk, Flört yangını, Gençliğin yetiştirilmesi, Milli Gençlik geliyor, Hicret ve Mekke’nin fethi. Siyaset Peygamber mesleğidir, En güçlü silah medya, Gıda terörü GDO’lu gıdalar, Cihat nasıl bir ibadettir)
İki kitabımız yayınlanmıştır. 1. Adil düzen nedir, ne değildir? 2. Flört yangını
Özelikle “Flört yangını” kitabımızın bütün gençlerimize ulaşabilmesi için derneklerin, vakıfların, sendikaların, partilerin ve şirketlerin çokça alarak kendi üye ve ortaklarına dağıtmalarını teklif ve tavsiye ediyoruz.
Milletimizin tek ferdini ayırmadan hepsini kucaklıyoruz.
Çünkü bu yanan gençler bizim, yıkılan yuvalar bizim ve bu ülke bizimdir.
BİZE DESTEK OLUN, BİZİ GÜÇLENDİRİN
Vakıflar Bankası Maltepe Şubesi - İBAN TR68 00015 00158 0072 999 66421
Maltepe, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı No: 88/1 Tel – Faks: 0.312.230 51 25 ANKARA