31 Aralık 2016 Cumartesi

Birlikte Türk Milletiyiz Hareketi_Milli Düşünce Merkezi: "KIBRIS Paneline Davet"

KIBRIS PANELİNE DAVET
“Birlikte Türk Milletiyiz Hareketi”  ve “Milli Düşünce Merkezi” olarak Türkiye Barolar Birliğinin katkılarıyla İstanbul’da bir panel düzenledik. Panelde, ülkemizin çok değerli şahsiyetlerinden (E) Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ve (E) Büyükelçi Şükrü Elekdağ konuşmacı, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu yönetici olacaktır. Ayrıca ülkemizin değerli tarihçisi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın açış konuşması yapacağı panele, eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk da katılacak ve düşüncelerini açıklayacaktır.
Panel: The Marmara Otelinde (Taksim/İstanbul) 5 Ocak 2017’de saat 13.00’de yapılacaktır.
Bu bir vatan savunmasıdır; 
Bütün vatansever kardeşlerimizi davet ediyoruz.

28 Aralık 2016 Çarşamba

MODERN CUMHURİYETİN MATEMATİK DEHASI VE ÖNCÜSÜ CAHİT ARF'I (26 Aralık 1997 - 26 Aralık 2016) SAYGI VE MİNNET İLE ANIYORUZ

MODERN CUMHURİYETİN MATEMATİK DEHASI VE ÖNCÜSÜ CAHİT ARF'I (26 Aralık 1997 - 26 Aralık 2016) SAYGI VE MİNNET İLE ANIYORUZ
1910 yılında Selanik'te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf'ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris'teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa'ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye'ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa'ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa'ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure'e kaydolmuştur.
***
Yükseköğreniminden sonra Türkiye'ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü'ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü'ne giden Cahit Arf'ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu "non-commutative Class Field" olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre "Hasse-Arf" teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen'de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne "Arf Invaryantı" adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır.
***
1938'in sonunda Türkiye'ye üniversitesine geri dönen Arf 1943'te profesör, 1955'te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi'ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962'de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej'de ders vermiştir.
***
TÜBİTAK'ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK'ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974'te de TÜBİTAK Bilim Ödülü'ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton'da Institute for Advanced Study'de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967'de Türkiye'ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur.
1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılında ODTÜ'nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994'te de Fransa'da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü'ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997'de vefat etmiştir.

24 Aralık 2016 Cumartesi

MERHUM, "NECİP HABLEMİTOĞLU" VE ALMAN VAKIFLARI GERÇEĞİ [[Referabs & Kaynak: ROTAHABER (Derleme) 24 Aralık 2016]]

NECİP HABLEMİTOĞLU VE ALMAN VAKIFLARI GERÇEĞİ
[[Kaynak: ROTAHABER (Derleme) 24 Aralık 2016]]
Tam 9 yıl önce uğradığı saldırıda öldürülen Hablemitoğlu’nun son röportajı, hem ölümüne hem de bugünlerde yaşanan Alman vakıfları tartışmasına ışık tutuyor…
ROTAHABER (Derleme) – Başbakan Erdoğan’ın Makedonya dönüşü yaptığı açıklama ile gündeme gelen Alman Vakıfları ile ilgili en önemli araştırmaları Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Doçent Doktor Necip Haplemitoğlu yapmıştı. Ancak Hablemitoğlu, bu konuda peşpeşe verdiği röportajlar ve yazdığı kitap sonrası 2002 yılında Ankara’da uğradığı silahlı saldırıda öldürüldü.
Hablemitoğlu’nun ölümünün arkasındaki sis perdesi aradan geçen 9 yıl boyunca aydınlatılamadı. Ancak öldürülmesinden birkaç gün önce verdiği bu röportaj, hem ölümüne hem de bugün Alman Vakıfları üzerinden yaşanan tartışmalara ışık tutacak cinsten.
İŞTE NECİP HABLEMİTOĞLU İLE YAPILAN SON RÖPORTAJ;
Yasemin Güneri: Kitabınızın yayımlanmasıyla, Alman vakıfları hakkında, Ankara DGM Cumhuriyet Savcılığı’nca, ‘Almanya lehine casusluk yaptıkları’ gerekçesiyle haklarında dava açıldı. Tepeköy eski Muhtarı Halil Battal, Almanların Oktay Konyar’a çanta içinde para verdiklerini gördüğünü açıkladı. Sizin bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
NECİP HABLEMİTOğLU: Mahkemede bu ifadeyi veren muhtarı gönülden kutluyorum. Onca militan arasında bu ifadeyi dürüstçe ve cesaretle verebilmek davanın gelişimi açısından son derece önemli olmuştur. Bergama’daki ‘sivil itaatsizlik’ eylemlerinin finansmanı, merkezi Almanya’da bulunan ve sadece posta kutusunu adres gösteren FIAN Vakfı’nca karşılanmaktadır. FIAN Vakfı’nın denetimi, Almanya Temsilcisi Petra Sauerland üzerinden yapılmaktadır. FIAN’ın yanı sıra, Almanya İzmir Başkonsolosu Manfred Unger, yerli işbirlikçilere para dağıtımında en üst karar verici konumundadır. Bu, Türk makamları tarafından da biliniyor. Unger, Bergama’nın yanısıra, Eşme, Salihli, Sındırgı ve Sivrihisar’daki ‘altın karşıtı’ diğer yerli işbirlikçileri de parasal yönden desteklemektedir.
Yasemin Güneri: Alman vakıflarının tek faaliyet alanı Türkiye’deki altın rezervlerinin işletilmemesi mi? Başka ne gibi çalışmalar yürütüyorlar?
NECİP HABLEMİTOğLU: Tek faaliyet alanları bu değil. Almanya; MGK ve dolayısıyla TSK aleyhindeki faaliyetlerini yeni bir boyuta taşıyarak bu işle Yehova Şahitleri’ni görevlendirmiştir. ‘Vicdani Retçiler’ kimliği altında yasadışı faaliyet gösteren ve halkı askerlikten soğutmayı, askere gitmemeyi öngören bu yapılanma, başta yasadışı
Heinrich Böll Vakfı temsilciliği olmak üzere, bugüne kadar Alman vakıflarından destek gören tüm sivil toplum örgütlerince desteklenmektedir.
Yasemin Güneri: Halkı askerlikten soğutmak suç teşkil ediyor yasalarımızda. Bu faaliyetlerini nasıl yapıyorlar?
NECİP HABLEMİTOğLU: Şimdi, ‘Vicdani Redcilik’ adı altında Mehmet Bal adlı bir Türk’ün askere gitmek yerine, askeri cezaevine girmesi, Almanya’da 1. haber olarak verilmiş ve başta Almanya’daki Türkler olmak üzere Türkiye’deki geniş kitlelerin askere gitmeyi reddederek sivil itaatsizlik kapsamında TSK’ya karşı bir komuoyu oluşturmaya çalıştıkları gözlenmektedir. Alman vakıfları da bu görüşlere çanak tutarak, yeni bir lobilicilik faaliyetine başladılar. Türkiye’de bu faaliyeti yürütenler, toplantılarına Almanya’dan konuşmacı getirmektedirler. Son yapılan ve 50 bin kişinin katıldığı ‘Savaşa Hayır’ mitinginin düzenleyicileri, Alman destekli ‘Vicdani Retçiler’dir.
Yasemin Güneri: Yeni kurulan AKP Hükümeti’nin Alman vakıflarına yaklaşımı nasıl olacak. Yapılan lobi faaliyetlerine göz yumulacak mı?
NECİP HABLEMİTOğLU: Gül Hükümeti’nde, geçmiş yıllarda ANAP üyesi olup da Almanya’ya özel eğitim için gönderilenler arasında iki bakan da bulunmuktadır. Bunlardan biri Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu’dur. Almanlar, ABD’ye yakın olan AKP Hükümeti’nde kendilerine yakın isim olarak Erkan Mumcu’yu görüyorlar.
Konrad Adenauer Vakfı’nın yasadışı temsilcisi Wolf Schönnbohm ve yardımcısı Dirk Tröndle, AKP ile üst düzeyde bağlantı kurma çabası içindedir. Konrad Adenauer Vakfı, Kopenhag Zirvesi’nde gerçekleşen Türk-Alman gerginliğini giderme misyonunu üstlenmiştir.
Yasemin Güneri: Almanlar ve ABD’lilerin çalışma stratejilerine baktığımız zaman arada ne gibi farklılıklar bulunuyor?
NECİP HABLEMİTOğLU: ABD, Türkiye’de üst düzeyde çıkarlarını temsil ettirirken Almanya sokaktaki militan ve müridlere kadar binlerce taraftara sahiptir ve kullanmaktadır. Merkezi Almanya’da bulunan tüm aşırı sol ve aşırı sağ yapılanmaların Türkiye’deki uzantıları, Almanya’nın çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır. Ankara DGM’de açılan ‘Casusluk Davası’nın Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ne intikal ettirilmesi gerekir. Çünkü, davanın iddiananamesini yazan Savcı Nuh Mete Yüksel, Alman vakıflarının casusluk faaliyetlerinde bulunduğunu belirtmişti. Casusluk davaları da Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde görülür.
Yasemin Güneri: Almanya’nın Türkiye aleyhine başka ne gibi faaliyetleri bulunuyor?
NECİP HABLEMİTOğLU: Almanya, AB’ye Uyum Yasaları’nın uygulamasını görmek isterken, idamın kaldırılmasına karşın, kendi ülkesinde barındırdığı yüzbinlerce PKK, Nizam-ı Alem ülkücüsü, DHKP-C, TİKKO, Kaplancı, Partizan gibi örgüt militanlarını, Interpol uygulamalarına karşı Türkiye’ye iade etmede hiçbir adım atmamaktadır. Aynı şekilde, KADEK’i AB ülkeleri terörist olarak nitelemeye yanaşmazken, Türkiye’yi her fırsatta insan hakları ihlalcisi olarak takdim etmektedirler. Almanya, halihazırda PKK’nın elinde bulunan Alman mayınlarını da açıklamamaktadır. Türkiye’de 47 etnik halkın kendi anadilinde yayın yapma ve eğitim hakkı konusunda dayatan Almanya, 2.5 millyon Türk vatandaşının anadilini öğreten Türkçe öğretmenlerinin sözleşmelerini feshetmeye başlamıştır. Din dersleri de bu kapsamda Almanca olarak verilecektir.
HABLEMİTOĞLU’NUN ALMAN VAKIFLARI RAPORUNDAN ALINTILAR DA ŞÖYLE;
– Türkiye’de her türlü etnik, dinsel-mezhepsel ajitasyonu gerçekleştiren; toplumsal-siyasal-ekonomik ve hatta genetik alanlarda hazırlattığı projelerle her türlü espiyonaj faaliyetini sürdüren; yerel basında-yerel yönetimlerde-üniversitelerde-sendikalarda-kamu kurum ve kuruluşlarında, kısaca stratejik öneme sahip birimlerde “etki ajanı” ve “Alman sempatizanı” yetiştiren; şeriatçı yapılanmalardan çevreci örgütlere, bölücü yapılanmalardan terör örgütlerine, legal derneklerden siyasal partilere kadar uzanan çizgide, Türkiye’ye, Atatürk ilke ve devrimleri ile Cumhuriyetin tüm değerlerine karşı olan, ulus-devletin parçalanmasını isteyen tüm rejim karşıtlarına lojistik destek vererek bu ülkeyi alttan oyan –deyim uygunsa- bir avuç Alman istihbaratçısıdır.
– Türkiye’deki Alman “Derin Devleti”nin temsilcileri, gerçekte Alman Dış İstihbarat Servisi olan “Bundesnachrichtendienst” (BND) mensubu olup, bir kısmı diplomatik dokunulmazlık kapsamında, bir kısmı gazeteci, akademisyen (arkeolog, dilbilimci, Türkolog, siyasetbilimci, çevrebilimci, ekonomist, sosyolog, etnolog ve ilahiyatçı ağırlıklı), serbest araştırmacı, sendikacı kimliğinde ve diğerleri de vakıf temsilcisi olarak kesintisiz faaliyet göstermektedirler.
– Alman istihbaratçılarının Türkiye’de vakıf temsilcisi statüsünde de olsa görev yapmalarına, vakıflar mevzuatı olanak tanımamaktadır. Buna rağmen, Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütleri (NGO) olgusunu çok iyi kullanan, zaafları ve mevzuat açıklarını çok iyi değerlendiren Alman istihbaratçıları, Türkiye’yi tanımakla işe başlayıp, kısa sürede hemen her alanda Türkiye’yi yönlendirecek aşamalara gelmişlerdir. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle, emperyalizmin hedefi konumundaki ulus-devletlerde ve bu doğrultuda Türkiye’de mevcut işbirlikçi NGO’lara yüklenen misyonların açıklanması gerekmektedir.
- AB ülkelerinin de aynı amaçlı “birinci sınıf” NGO’ları bulunuyor; ancak Türkiye’ye baktığımızda, en etkin Avrupalı NGO’lar arasında, özellikle Almanların başı çektikleri gözlemleniyor. Türkiye’de faaliyet gösteren Alman Kültür Merkezleri’nin yanısıra, Beyrut merkezli “Morgenlaendische Gessellschaft”a bağlı Orient Institut’un İstanbul Şubesi ve Goethe Enstitüsü, Alman NGO’larının Türkiye’deki ilk sıçrama noktaları olarak kabul ediliyor.
- Türkiye’de faaliyet gösteren Alman vakıfları ve enstitüleri, gerçekte Alman İstihbarat Servisi BND’nin kontrolünde çalışan, tüm masrafları Federal Bütçeden karşılanan “taşeron” NGO’lardır. İşin ilginç tarafı, hemen her vakıf, -aşırı sağcı CSU ve solcu PDS dışında- rejime entegre sorunu olmayan mevcut siyasal partilerin birer yan kuruluşudur. Örneğin, Almanya’nın en büyük partilerinden biri olan Hristiyan Demokratik Birliği-CDU, Konrad Adenauer Vakfı’na, Yeşiller ise Heinrich Böll Vakfı’na sahiptir. Aynı şekilde, Sosyal Demokrat Partisi-SPD’nin Friedrich Ebert Vakfı, Hür Demokrat Parti-FDP’nin Friedrich Naumann Vakfı da aynı statü içindeki vakıflar arasında yer almaktadır. Alman Parlamentosu’nda grubu bulunan partilerin bünyesi içindeki bu vakıfların tamamı, iktidar-muhalefet ayrımı yapılmaksızın Federal Hükûmetin “Politik Eğitim Fonu”ndan finanse edilmektedir. Bu vakıfların yurtdışı faaliyet giderleri de tamamiyle Federal Hükûmet tarafından karşılanmaktadır. Resmen Alman Hükûmeti’nden yardım alan sözkonusu vakıflar, dış ülkelere “Hükûmetdışı Sivil Toplum Örgütleri” yani NGO olarak takdim edilmektedir. İşte bu vakıflar, 1984’den itibaren Türkiye’ye gelerek ve de yasal boşluklardan yararlanarak, her biri birer “taşeronun taşeronu” legal Türk NGO’sunun tabelâsı ardında faaliyetlerini sürdürmektedirler.
– Sözkonusu Alman vakıflarının yıkıcı-bölücü ve de espiyonaj faaliyetlerine karşı ilk kez Türk kamuoyunu bilgilendirerek uyaran Türkiye’nin tek Doğubilimcisi Tamer Bacınoğlu, sözkonusu vakıflarla ilgili şu çok önemli değerlendirmeyi yapmaktadır:
“… Alman parti vakıfları, devlet finansmanlı çok özel NGO’lardır ve Alman dışpolitikasının önemli bir aracı durumuna gelmişlerdir. Alman Dışişleri Bakanlığı’nın … yayınında, ülkelerin içişlerine sorun yaratmadan karışabilmek için ne tür ‘kamuflaj projeleri’ kullanabileceği üzerine bir dizi ‘pratik örnek’ verilmektedir. ‘Politik Vakıflar’ın bu bağlamda ‘diyalog programları ile yapıcı bir rol oynayacakları’ en yetkili ağızlardan itiraf edilmektedir.
– Ankara ve İstanbul’da şubeleri bulunan tüm Alman parti vakıflarının programları kabaca şu üç maddeden oluşur: Birinci maddedeki etkinlikler, Kemalizmin iflas ettiğini ve sorunun geçici bir hükûmet sorunu değil, ‘yapay ve uyduruk Türk ulusunu tepeden inme yöntemlerle yaşatmaya çalışan Türk devleti’ olduğunu kanıtlamayı amaçlar. Bu çerçevede üçlü bir strateji izlenir: A- ‘Toplumun değişik katmanlarını Kürt sorunu üzerine tartışmaya ve çözüm üretmeye alıştırmak’ ve buna paralel olarak ‘kürtçü gruplar’ ile Almanya arasında köprü kurmak. B- ‘Toplumun değişik katmanları ile siyasal islâmcıları bir araya getirmek’ ve buna paralel olarak islâmcılar ile Alman devleti arasında köprü kurmak. C- ‘Alevilerin aşırı islâma karşı oluşlarını dikkate alarak, Aleviler ile özel görüşmek ve konuyu gerektiğinde Kürt sorununa kaydırmak’.
– İkinci maddedeki etkinlikler, ‘Türkiye’de yerel yönetimlere işlerlik kazandırmak’ amacıyla Almanya’da adı var, kendi yok ‘federal sistem’i Türkiye’ye tanıtmayı hedefler. FDP’nin Friedrich Naumann Vakfı, ‘federalizmi tanıtma’ çabalarını genelde Batı Anadolu’da yürütürken, Yeşillerin Heinrich Böll Vakfı ‘federal yönetimin nimetleri’ni Doğu Anadolu konusunda gündeme getirmektedir. Yeşiller’in bu vakfı şu sıralar, Türkiye’nin etnik çetelesini tutmakla meşgul ve hem Alman Dışişleri Bakanı ile hem de aynı bakanlığa bağlı Alman resmi ‘araştırma’ enstitüleri ile ortak çalışmakta. SPD’nin Friedrich Ebert Vakfı da, daha ‘global’ bir yaklaşımla ‘Türkiye’de sivil toplum kurulabilmesi’ için çaba gösterirken, daha çok ‘ekonomi ağırlıklı diyalog arayışı’nda olduğu izlenimini vermek istiyor. Türkiye’de ‘İslâmı demokrasiyle barıştırmak’ yolunda en kapsamlı projeler ise CDU’nun Konrad Adenauer Vakfı’nca yaşama geçiriliyor.
Vakıf ajandasının üçüncü maddesi, ‘yerli köprübaşları oluşturmayı’ öngörür. Almanya’ya davet edilen Türk akademisyenleri, aydınlar, burs verilen doktora öğrencileri, vakıf şubelerine alınan Türk elemanlar için ödenen Alman ‘kalkındırma yardımı’, bazı duyumlara göre yıldan yıla katlanarak artırılmaktadır. Etkinlik alanlarının farklılığı, parti programlarının farklılığından değil, aralarındaki görev dağılımından kaynaklanır….
– Almanya kökenli vakıflar, ‘biz NGO’yuz’ diyor. Ancak ‘sivil toplum’, ‘küresel ekonomi’ ve ‘insan hakları’ için uğraşı verdiklerini iddia ederken, ‘Türk devletinin varlığı sorundur, Türk ulusu uyduruk bir yapıdır’ da diyebiliyorlar. Hepsi de ‘dost ve müttefik Almanya’ hesabına çalışıyor. Söylev’deki ‘Her tarafta ecnebi zabit ve memurları ve hususi adamları faaliyette…” sözlerini hep anımsamalıyız” (10).
– Federal Alman İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Aralık 2000’de yayınlanan “Yeni Türkiye Konsepti”, Alman vakıflarına, rutin faaliyetlerinin yanında –özellikle espiyonaj ağırlıklı- yeni görevler yüklemektedir: “Köylülerde çevre bilincini geliştirmek; köylü kadınları politikaya duyarlı hale getirmek; sistem karşıtı eleştirel ve alternatif medyacılığı teşvik; çevre düşmanı yatırımlara özellikle turizm bölgelerinde gereksiz endüstri tesislerine, otoyollara ve baraj inşaatlarına karşı sivil itaatsizlik eylemleri organize etmek vs. vs.” (11). İşte bu vakıflardan birkaçı ve saptanan faaliyetlerinden bazıları:
2.1. KONRAD ADENAUER VAKFI
Halihazırda Dr. Wulf Schönbohm ve yardımcısı Dirk Tröndle gibi iyi derecede Türkçe ile, Türkiye’nin zaaf boyutlarındaki etnik-dinsel-ekonomik-siyasal ve de toplumsal sorunlarını çok iyi bilen iki servis elemanı tarafından yönetilen bu vakıf, 1984’den bu yana ülkemizde faaliyet göstermektedir. Vakıf Temsilciliği, Ankara’da müstakil bir binaya sahip olup, İstanbul’da da şube düzeyinde temsil edilmektedir. Vakıf, faaliyetlerini, Türk yasaları izin vermediğinden dolayı, Türk Demokrasi Vakfı’nın işbirliği çerçevesinde kamufle etmeye çalışmaktadır (12). Vakıf Temsilcisi Dr. Wulf Schönbohm’un ülkemizdeki etkinliği konusunda, bizzat kendi yazdığı şu satırlar, bir fikir verecek düzeydedir: “Bu yılın 6 Temmuzu’nda Ardahan Subay Gazinosu’nda akşam yemeğindeydim, telefonla arayıp Cumhuriyet Gazetesinde Türkiye’deki Alman vakıflarının çalışmalarını kötü bir biçimde yansıtan bir makale yayımlandığını bildirdiler. Bize ev sahipliği yapan Ardahan Valisi, nezaket gösterip kendi özel Cumhuriyet nüshasını bana verdi, böylece ben de bilgi sahibi olabildim.
Ardahan ilinde belediye başkanları ve belediyede ve idarede çalışanlar için iki günlük bir seminerin açılışını yapmıştım. Bu semineri uzun yıllar birlikte çalıştığım Türk ortağımız Türk Belediyecilik Derneği (TBD) ile birlikte düzenlemiştik. Seminerin konuları arasında şehircilik, ihaleler, belediye başkanının, belediye meclisinin ve belediyenin görevleri ve birbirleriyle ilişkileri vardı. Ortağımız TBD, her yıl Türkiye’nin bütün yöre ve illerinde aşağı yukarı 100’e yakın bu tür meslek eğitimi semineri düzenlemektedir. TBD ve Konrad Adenauer Vakfı (KAV), iyi işleyen bir yönetim ve demokrasi için yerel düzeyde nitelikli yöneticilerin bulunmasını ve bağımsız yetkilerle donanmış bir yerel yönetimin varlığının önemli bir önkoşul olduğu görüşünde birleşiyorlar.
Bu ziyaret vesilesiyle Ardahan ve Artvin il merkezleri ve ilçelerinden sayısız memurla konuşma fırsatı da bulmuş, açık yüreklilikleri, ehliyetleri ve coşkuları karşısında etkilenmiştim. Bu konuşmalar, daha sonraki çalışmalarımız için bana bir esin kaynağı oldu. Aynı zamanda bu yöredeki doğanın güzelliği, Türkiye’nin bu ücra köşesindeki insanların özel dostluk ve candanlıklarını da tanımak fırsatını buldum” (13).
Wulf Schönbohm’un yazdıkları, dev bir gerçeğin küçük bir yansımasıdır. Alman vakıfçıları, deyim yerindeyse, ellerini kollarını sallayarak, Türkiye’nin hemen her yerine rahatça girebilmekte; faaliyet gösterebilmektedirler. Diğer yandan biliyoruz ki, Almanların Artvin, Ardahan ve Rize illerine olan özel ilgisinin geçmişi 1960’lı yıllara dayanmaktadır. Wolfgang Feurstein adlı bir istihbaratçı akademisyen (halkbilimci) bu yıllarda bölgede çalışmış ve sonuçta “kaybolan laz ulusunu kurtarmak” misyonu adına, özel bir alfabe (Lazuri Alfabe) yaratmıştır. Almanların bölgedeki etnik çalışmaları, daha sonra giderek yoğunlaşmıştır. Türkiye’de 47 ayrı etnik halk söyleminden yola çıkan Alman istihbaratçı akademisyenleri, kendi ülkelerinde iki laz örgütünün yanısıra, üniversitelerde kürsüler oluşturmuşlardır (14). Önceleri, Almanya’da basılan laz alfabesiyle yazılmış kitapları valizlerine gizleyerek bölgeye getiren bu istihbaratçılar, artık Alman vakıfları sayesinde örgütsel faaliyetlerini alenen yürütmektedirler, hem de konaklamalarını orduevlerinde yaparak, valiler tarafından ağırlanarak…
2.1.1. K.A.V.’NIN BASIN VE KAMUSAL İLİŞKİLERİ
Dr. Schönbohm ve yardımcısı Tröndle’nin ilişki kurmadığı, kuramadığı sivil toplum kuruluşu ya da resmi kurum ve kuruluş neredeyse sözkonusu değildir. Örneğin, sadece Türk Belediyecilik Derneği değil, tabelâsı ardında faaliyet gösterdiği Türk Demokrasi Vakfı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Arı Hareketi, TİSK, TOSYÖV, KA-DER ve daha yüzü aşkın sivil toplum örgütünün yanısıra, üniversiteler ile de Konrad Adenauer Vakfı (KAV) müşterek etkinlikler düzenlemişlerdir (15).
Vakıf, asıl gövde gösterisini 29-30 Haziran 2000’de düzenlediği “Türkiye’de Anayasa Reformu-Prensipler ve Sonuçlar” adını taşıyan kongrede yapmıştır. Bu kongreye, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Yargıtay Başkanı Sami Selçuk gibi kamuoyunun yakından takip ettiği isimler katılmıştır. Katılımcıların temsil düzeyi, vakıf için adeta “aklanma”, “prestij artırma”, “dokunulmazlık sağlama”, “ilgi odağı olma” yorumlarına yolaçmıştır. Tıpkı bildirilerin toplandığı kitapçığın önsözünde Dr. Schönbohm’un yazdığı gibi: “… Yeni seçilen Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Yıldırım Akbulut’un kongrenin açılışı ile ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasi bir takdim konuşması yapmaları konunun önemini vurgulamış ve etkinliği düzenleyenleri ve katılanları onore etmiştir” (16).
Kongrede, BND danışmanlarından Prof.Dr. Kay Hailbronner, Türkiye açısından en kritik konulardan biri “AB Üyesi Olarak, Egemenlik Haklarının Devri Sorunu” üzerine katılımcıları Almanya’dan edinilen deneyimler (!) çerçevesinde bilgilendirmiştir (17). Alman iç istihbarat örgütü olan “Federal Anayasa’yı Koruma Teşkilâtı”nın (BfV) en gözde hukukçularından Avukat Dr. Christian Rumpf ise, tebliğleri değerlendirirken şu mesajları vermeyi ihmal etmemiştir:
“Temel haklar konusu herhalde Türk anayasa sistemindeki en ağır yaradır…. Ordunun Türk anayasa düzeni içerisindeki rolü, sıkça Türkiye’nin gizli iktidarı olarak görülen Milli Güvenlik Kurulu’yla bağlantılı olarak dile getirilmiştir. Öncelikle anayasanın birçok bağlamda orduyu da kattığı tespit edilmelidir…. Milli Güvenlik Kurulu kararlarının hukuki açıdan bağlayıcı kararlar değil, sadece hükümete ‘tavsiye’ niteliğinde olması da önemli değildir. Gerçekten bugüne kadar Milli Güvenlik Kurulu’nun tüm tavsiyelerinin yerine getirildiğini ve 28 Şubat 1997 tarihli köktenciliğe karşı mücadele hususundaki ‘tavsiyelerinin’ çok ağır gerçekleştirilmesinin de o zamanki Erbakan hükûmetinin sonu olduğu görülmüştür. Aslında ordu Türk siyaset sisteminin Avrupalılaşması konusunda pek çok siyasal parti veya hükümetten daha fazla katkıda bulunmuş olsa da, böylece egemen bir ordunun Avrupa’nın özgürlükçü demokratik temel düzeniyle bağdaşamayacağı şüphesizdir. Oturumlarda gözüken yaklaşımla doğal olarak Milli Güvenlik Kurulu yapısının yeniden düzenlenmesi istenmiş, ‘sivillerin’ etkili egemenliği talep edilmiştir…. Kemal Atatürk’ün kendisinin ve o zamanki partisinin temel düşüncelerini bugünkü Avrupa’nın entegrasyon gelişmeleriyle bağdaştırmak zorunludur. Zira bu temel düşüncelerin, özellikle Kemalist milliyetçiliğinin çağın gereksinimlerine aykırı olan yorumu, AB’ye entegrasyonun beraberinde getirdiği milliyetçi strüktürlerin bir kısmının tasfiyesine çelişki arz etmektedir” (18).
Dr. Rumpf, Atatürk’ün yaşadığı dönem itibariyle çağın koşullarına ve gereksinimlerine tamamiyle zıt “anti-emperyalist” bir mücadele sonrasında ülkesine bağımsızlık kazandırdığı gerçeğini es geçmekte ve Kemalizmin yorumunun saptırılarak AB talepleri çerçevesinde yeniden yapılmasını ima etmektedir. Ancak, Türkiye’nin ergeç yola gireceğinin kanıtı ve emaresi olarak “tüm Türkiye’de faaliyet gösteren İnsan Hakları Derneği ilk defa işkence vakalarında belirgin bir azalma tespit etmiş” diyerek güvenilir, hatta MGK’dan da güvenilir bir kaynağa (!) atıfta bulunmaktadır.
2.1.2. TEHLİKENİN BOYUTU: K.A.V.’NIN ÖNEMLİ ETKİNLİKLERİ
Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği, her yıl çok sayıda konferans, seminer, atölye çalışması ve sempozyum düzenlemektedir. Vakfın sadece 2000 yılında saptanan 33 etkinliğine katılan davetli sayısı 3.000 olup, toplam 281 etkinliğe katılan davetli sayısı ise 23.400’dür. 2000 Yılı itibariyle üç tartışma forumu düzenlenmiştir. Siyasal diyalog kapsamındaki bu tartışma forumlarının her birine, kendi alanlarında sivrilmiş 100’er davetli katılmıştır: “Orta Ölçekli Sanayinin ve Modern Teknolojinin Bavyera Eyaletinde Teşviki” konulu forumun konuşmacısı Müsteşar Hans Spitzner, “Yüksek Teknolojilerdeki Devrimsel Gelişmeler-Silahlı Kuvvetler İçin Sonuçlar” konulu forumun konuşmacısı Dr. Holger Mey ve “Türkiye’de İnsan Haklarına Saygı Eğitimi” konulu forumun konuşmacısı Prof.Dr. İonna Kuçuradi’dir.
Vakfa göre, “siyasi diyaloğun diğer önemli bir bileşeni, siyasi müşaveredir. Bu hususta Alman siyasetçilere, önemli siyasetçiler ve şahsiyetler ile yerinde görüşme ve durum hakkında yerinde fikir edinme imkânı sağlanır. Bu temasların her iki tarafın çalışmaları için çok faydalı olmakla kalmayıp, aynı zamanda önyargıların tasfiye edilmesi ve karşılıklı diyaloğun sağlamlaştırılmasına önemli bir katkı sağladığı geçmişteki uygulamalarda görülmüştür. 2000 Yılında Avrupa Halk Partisi (EVP) milletvekili Bayan Dr. Renate Sommer’in ziyareti, Bay Dr. Norbert Lammert’in ziyareti (Milletvekili ve Alman Federal Parlamentoda Hristiyan Demokrat Partisi/Hristiyan Sosyal Birliği CDU-CSU dış siyasi sözcüsü) ve milletvekili Manfred Grund başkanlığında Thüring Eyalet Grubunun ziyareti gerçekleşmiştir” (19).
Konrad Adenauer Vakfı, 2000 yılı içinde aşağıdaki uluslararası kongreleri düzenlemiştir: “Turkey on Her Way to EU-Membership” başlıklı bir yuvarlak masa tartışması; “Türkiye’de Okul Reformu Sonrasında Yabancı Dil Dersi Reformu” konulu sempozyum; “Küreselleşme ve Modernleşme Sürecinde Kültürel Kimlik” konulu kongre; “Türkiye’de Anayasa Reformu-İlkeler ve Sonuçlar” konulu kongre; “Karadeniz/Ereğli’de Bölgesel Gelişme” konulu kongre; “Almanya’nın Birleşmesinin 10. Yılı” konulu etkinlik; “Alman Okullarında İslâm Din Dersi” konulu kongre; “Türkiye ve AB-Ulusal Egemenlik Haklarının Devri” konulu kongre; “Globalleşme-Türkiye İçin İktisadi Zorluklar ve Şanslar” konulu kongre; “Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Sınırötesi İşbirliği-Strateji ve Projeleri” konulu kongre vd. Vakıf, bu etkinliklerle ulaşmak istediği hedefi ise şu cümlelerle ifade etmektedir: “Partnerimiz TDV sayesinde, Ankara’daki Alman Büyükelçiliği ile birlikte organize edilen ‘Almanya’nın Birleşmesinin 10. Yılı’ konulu etkinlikte olduğu gibi geçen yıl düzenlediğimiz etkinlikler için konuşmacı olarak önemli siyasetçiler kazanılmıştır. Bahsi geçen bu etkinlik için, Almanya birleşmesini Türk bakış açısından inceleyen Başbakan yardımcısı Mesut Yılmaz KAZANILABİLMİŞTİR” (20).
Gerçi Vakıf, Mesut Yılmaz’ın kazanılmasıyla ilgili bilinenlere yeni bir ekleme yapmamaktadır. Ancak önemli olan, bu etkinlikler sayesinde önemli siyasetçilere kanca atılarak kazanılması hedefinin alenen ifade edilmesidir. Kaldı ki, yukarıda da ifade edilen, Federal İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Bakanlığı’nca hazırlanan “Alman NGO’larının 2001 Türkiye Konsepti”nde Konrad Adenauer Vakfı’ndan “ANAP merkeziyle ve taşra bürokratlarıyla ilişki ağı kurması” istenilmektedir. TDV yani Türk Demokrasi Vakfı’nın Başkanının ANAP milletvekili Bülent Akarcalı olduğu, keza Vakıf Yönetim Kurulu’nda iki ANAP milletvekilinin Emre Kocaoğlu ve Türkiye’de etnik hobileri ile tanınan Yılmaz Karakoyunlu’nun da bulunduğu gözönüne alınacak olursa, KAV’nın Almanya’dan gelen resmi direktiflere nasıl bağlı kalmakta duyarlılık gösterdiği anlaşılacaktır.
KAV, önemli politikacıların yanısıra, gençlerin de “kazanılmasına” büyük önem vermektedir. Kendi cümleleriyle işte amaçları: “Gençlerin teşvik edilmesi, özellikle de gençlerin siyasi fikir oluşturma sürecine katılımı, Türkiye’de yoğun olarak ihmal edilen bir sahadır. Bu husus, Türkiye nüfusunun % 70’inin 35 yaşın altında bulunduğu dikkate alındığında özellikle şaşırtıcıdır. KAV bu nedenle geçen yıl toplam üç gençlik konferansı (09.04.2000 tarihinde Gaziantep, 17.05.2000’de Mardin ve 19-21.05.2000’de Van) ve 23-25.11.2000 tarihleri arasında Kuşadası/Aydın’da gençlik günleri konulu bir forum düzenlemiştir. Özellikle ‘Türkiye’nin Geleceği, Geleceğin Türkiyesini Konuşuyor’çalışma konusu altında düzenlenen Van’daki etkinlik, katılanlar için bir tartışma forumu sunmuştur. Foruma katılan 140 kişi, 4 çalışma grubuna ayrılmış ve muhtelif konuların ele alınması ile görevlendirilmiş olup, sonuçları bir komünikede toplanmıştır. En önemli sonuç, FARKLI MENŞELERE rağmen, kültürel bir birlikte yaşamanın temeli sayılabilecek müşterek ideallerin ve fikirlerin var olduğu yönündeki tespit olmuştur” (21).
Konrad Adenauer Vakfı’nın Güneydoğuya ilgisi, farklı menşelerle ilgilenmesi, Büyükelçi Dr. Rudolf Schmidt’in daha güven mektubunu sunmadan KDP Temsilcilik Resepsiyonuna katılması; Diyarbakır’da “biji Apo”, “kürdara azadi” pankartları ve sloganları altında şehir içmesuyu tesislerinin temelini atması gibi ayrıntılar (!) Türk istihbarat kurumlarının engin hoşgörüsü (!) altında yeni yeni etkinliklerin davetiyesini çıkarmaktadır (22)

2 Aralık 2016 Cuma

ANKARA: "Aşıklık Geleneği Genç Sanatçılarla Buluşuyor; 3-4 Aralık 2016, Düşkapanı Sanat Merkezi" Etkinliğimiz ücretsiz olup; Tüm dostlarımız davetlidir.

Halk ozanları Ankara'ya geliyor. 
Kadim kültürümüzün taşıyıcısı ozanlarımız, iki gün boyunca Ankara'da dinletiler, atölye çalışmaları ve söyleşilerle Düşkapanı Sanat Merkezi'nde etkinliklerde yer alacak. İki günün programı aşağıda yer alıyor. 
Etkinliğimiz ücretsizdir. 
Tüm dostlarımız davetlidir.

28 Kasım 2016 Pazartesi

SİSTEMDEN ÇIKMAK (27 MAYIS ÖRNEĞİ VE ÖTESİ) Ömer ÖZKAYA

SİSTEMDEN ÇIKMAK 
Ömer ÖZKAYA
omerozkaya@gunes.com
27 Mayıs Darbesi, vücudun saldırıyı hastalanarak atlatmasıdır. 27 Mayıs, aklın yolunu kaybetmesidir. Başbakan Adnan Menderes, Türkiye’deki yerleşik sistemi, birden ve tamamen değiştirmeye yöneldi. Ancak Batı, Türkiye'nin kontrolünden çıkmasına seyirci kalamazdı. ABD, emanete ihanet etmiş, Ankara, neredeyse tamamen, Washington'un etkisine girmişti. Dünya dengelerinin selameti bakımından Türkiye sadece bir gücün kontrolü altında olamazdı.  Çünkü Türkiye, dünyanın en kritik yerlerinden birinde bulunuyordu. İngiltere kendini bu coğrafyadan dışlanmış hissediyordu. Londra açısından Türkiye, İngiltere'den kopmamalıydı. Türkiye, Amerika'ya çok fazla bağımlı hale gelmiş, Amerika'nın kontrolüne girmişti. 
ABD, Türkiye'den Pakistan'a kadar olan hat üzerinde İngilizlerin hâkimiyet elde etmesini istemiyordu. ABD ayrıca bir diğer Avrupa gücü Fransa'nın Türkiye'den bütünüyle çıkmasını istiyordu. Doğal olarak Paris, bunu istemedi. Fransa’nın Türkiye’den çıkarılmasını Ankara da istemiyordu. Fransa'nın Türkiye'deki varlığı, çok eski ve derindir. ABD bu yapıyı söküp atmak istiyor, Fransa ise, ABD’nin karşısında duramayacağını biliyordu. ABD, Fransa'nın çekilmemesi halinde Türkiye'ye tam manasıyla yerleşemeyeceğini biliyordu. Amerika, Fransa’dan Türkiye’den çekilmesini isterken, ortaya çıkacak boşluğu İngilizlerin doldurmasından endişeliydi. ABD, Türkiye’de kendinden başka kimsenin olmasını istemiyordu. Türkiye, ABD’nin bu davranışlarından rahatsızdı. 
Türkiye, Fransa’nın neredeyse 300 yıldır ilgisi içinde. Fransa, Türkiye’de özellikle kültürel ve ekonomik sahalarda çok eski yıllardan beri var. Fransa, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, Türkiye’den çıkarılma ihtimaline karşı TSK’yla bazı alanlarda ortaklıklar kurdu. Türkiye bu ortaklıktan önemli kazanımlar, bazı kritik alanlarda önemli bilgiler elde etti. ABD bundan rahatsız oldu. 
ABD, 27 Mayıs Darbesi’ne mani olamadı, çünkü: 
1-Amerikalılar, İngiltere’yi iyi tanımıyorlardı. 
2-İngiltere, Türkiye’nin iç dinamiklerine, ABD’ye nazaran daha hâkimdi. 
3-ABD, Türkiye’yi henüz tanımıyordu. 
4-Türkiye, ABD’yi tanımıyordu. 
5-Türkiye, ABD’nin bilmediği dinamiklere sahipti. 
6-Türkiye, İngiltere’nin en iyi bildiği ülkelerden biriydi. 
7-ABD’nin Türkiye’deki dostları güçlü değillerdi. 
8-Darbenin mimarları çok tecrübeliydiler. 
9-ABD darbe yapma hususunda tecrübesizdi. 
10- Türkiye, darbeyi ABD’nin yaptığını sanıyordu. 
Menderes’i kim idam ettirdi, bu, kimin işine yaradı? Menderes’in idam edilmesinden doğan tepkiyi, ABD, Demokrat Parti sonrası yeni Merkez Sağ’ın inşasında temel olarak kullandı. 

3 Kasım 2016 Perşembe

ANKARA TÜRK OCAĞI, ESKİMEYEN DOSTLAR VE MİLLÎ DÜŞÜNCE… Mevlüt Uluğtekin YILMAZ & Balamir Tunaboylu + Salih DİLEK

ANKARA TÜRK OCAĞI, ESKİMEYEN DOSTLAR VE "MİLLÎ DÜŞÜNCE MERKEZİ"…
Mevlüt Uluğtekin YILMAZ & Balamir Tunaboylu + Salih DİLEK
Sevgili okuyucum; görkemli üç ulu konuyu, çok kısa anlatımlarla sizlere sunmaya çalışacağım…
Önce Türk Ocağı…
Efendim, Ankara Türk Ocağı Şubesi Başkanı değerli eğitimci Türkân Hacaloğlu hanımefendi 28 Ekim 2016 tarihinde Türkiye Kamu-Sen’imizin büyük salonunda görkemli bir toplantı düzenledi… Toplantının konusu “Türk Ocaklılarla Şehit Ailelerini Buluşturma” yemeği idi. Sadece şehit aileleri değil, o koca salon gazetemiz yazarıSayın Servet Avcı gibi davetli diğer konuklarla ve üniversiteli gençlerle tıka-basa doluydu. Öyle ki; Sayın Hacaloğlu’nun bu görkemli toplantısına Ankara dışından -Antalya’dan, Kırklareli’nden- İlhan Ardalı Hanımefendigibi gelenler de vardı…
Kamu-Sen’nimizin değerli Başkanı Sayın İsmail Koncuk’un Türkiye’nin sancılarını anlatan ilginç konuşmasından sonra, Ocak Başkanı Türkân Hacaloğlu kürsüye geldi. “Asker ve Polis aileleri aramızda” diyerek, söze başlayan Hacaloğlu, bilge bir eğitimci olarak sevgiye-saygıya dayalı biçimde Türk Ocaklarının çalışmalarını dile getirdi.  Bir diğer konuşmacı ise -gazetemizin yazarlarından- Emekli Tümgeneral Armağan Kuloğlu idi. Sayın Kuloğlu’nun konuşması da görkemliydi. Bir-iki cümlesini verebileceğim: “Dış tehditlerden çok iç tehditler öne çıkar oldu”, “Bölücülerle mücadele yerine, müzakere edilmesi millete en büyük kötülük olmuştur”, “Çözüm sürecinden sonra PKK güçlendi”, “Şehit ailelerini ayıramazsınız; o şehit başka, bu şehit başka, diyemezsiniz”. Sayın Kuloğlu’nun konuşması dakikalarca alkışlandı. Ve bilginin, erdemin toplantısı, fotoğraf çekimleriyle sona erdi…
Sayın Türkân Hacaloğlu Hanımefendi’yi kutluyorum. Böylesi bilge insanların çoğalmasına o kadar ihtiyacımız var ki… Ve elbette saygıdeğer eşleri Yücel Hacaloğlu ağabeyimin varlığı ise -ulu Tanrı uzun ömürler versin- bambaşka bir atmosfer yaratıyor. Ankara Türk Ocağı’nın 90. Yıl Albümü”nü Sergen Çirkin ile birlikte hazırlayan Yücel ağabeyime ayrıca en içten saygılarımı sunuyorum. Bu ülke, onun gibilerin birikimleriyle yücelecek. Türklüğe hizmet edenlerin hepsine selam olsun!
Ve Eskimeyen Dostlar…
Değerli okuyucum; Ankara’da 1960’lı yıllarda Türkçü-ülkücü hareketi başlatan kahramanlardan, Hasan Basri Öngel’in (D:1948, Ö:2001) Ankara Gülveren’deki mezarını 30 Ekim 2016’da sevgili Salih Dilek’in çağrısıyla, Öngel’in okul arkadaşlarıyla beraber ziyaret ettik. Eskimeyen Dostlar’ın varlığı yanında, Öngel’in ailesi de ikramlarla oradaydı. 1964-1965 yıllarında Ankara Lisesi’nde Ötüken Dergisi’ni çevre il ve ilçelere dağıtan aksakalların çoğu Hasan Basri Öngel’in mezarı başındaydı. Salih Dilek, Dursun Cengiz Atak, Mehmet Eke, Hanefi İlbey, Lütfi Öztürk, Ünal Badat rahmetlinin arkadaşlarıydı. Bu Türkçü yiğitler o yıllarda ne yaptıklarını biliyorlardı. Nitekim -durağı uçmak olsun- Hasan Basri Öngel ülküdaşımız Türkiye Halk Oyunları Federasyonu’nu kuran kişidir.
Sevgili kardeşim, yiğit ülküdaşım Salih Dilek’i bu anlamlı vefa duygusundan dolayı gönülden kutluyorum. Sayın Dilek, internette açtığı “Eskimeyen Dostlar” (Aksakallı Bozkurtlar) sitesini sunmakla da büyük bir hizmet verdi. O zor yılları sitenin şu adresinden okuyabilirsiniz.
Millî Düşünce’ye gelince…
Efendim, Milli Düşünce Merkezi, Türk milletinin evlâtlarını bilgiyle donatmaya yılmadan devam ediyor. Ne var ki bendeniz, son üç haftadır bu bilgi şölenlerini gereği gibi sizlere sunamadım. Nitekim şimdi de o üç haftanın sadece adlarından söz edebileceğim:
19 Ekim 2016’da, 345’nci Bilgi Şöleni’nde Prof. Dr. Birgül Ayman Güler Hanımefendi, “Irkçılık ve Yeni Anayasa’yı sundu. 26 Ekim 2016’da Türk Ata Derneği Türkiye Temsilcisi, Ali Şir Nazarov “Türkistan’ın bilinmeyen Türkleri” konulu konferans verdi. 28 Ekim 2016’da Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu “Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve bu günkü Türkiye” konusunu sundu.
Esen kalın efendim.
İLK ÜLKÜCÜ TEŞKİLAT:
"GENÇ ÜLKÜCÜLER TEŞKİLATI" (*)
Salih DİLEK
1967 yılların ortalarında İkinci Kuvay-ı Milliye Derneği ve TED Kolejinin oradaki Milliyetçi Gençlik Derneği kapanmış,Sadece Hukuk Fakültesi karşısındaki Milliyetçi Türk Gençlik Teşkilatıyla birlikte ,gençliğe hitap eden az sayıdaki kuruluşlar  kalmıştı.  Bu derneklerde daha ziyade kendi bölgelerindeki fakültelere veya Üniversiteliler Kültür Klübü gibi entellektüel yetiştirme gayretleri içinde kendi sosyal cemiyetlerine hitap etmekte olup Üniversiteli talebelerden müteşekkildi,
Benim de içerisinde olduğum bir grup orta öğretim gençliği, Yüksel caddesi ile Konur sokağın kesiştiği yerde,  Mülkiyeliler Birliği'nin karşısında olan  Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne Türkeş beyin Genel Başkanlığa gelmesinden itibaren takılıyorduk,
Üniversitelilerden biz Liseli öğrencilere resmi bir görev kalmadığından faaliyetlere sıfatsız bir şekilde katılıyor, boş zamanlarımızda Partinin karşısındaki Mülkiyeliler Birliği yanındaki Dem Kıraathanesinde oyalanıyor idik.
Okumakta olduğum Ankara Atatürk Lisesinde derslerimden çıktıktan sonra, Partinin hemen yakınında olan Hatay sokaktaki evime çantamı atıp ,arkadaşlarımla buluşmak üzere partiye geliyordum, Onlar da benim gibi lise öğrencileriydi.
1965 Yıllarında Komünist hareketin temsilcisi Türkiye İşçi Partisi meclise girmiş, bundan da güç alan Sosyalist-Komünist gençlik sürekli sokaklarda, meydanlarda eylem içinde Sovyetlerin desteğinde İhtilale hazırlanıyorlardı. Dış güçlerle işbirliğini meşru görüyorlardı.( NİTEKİM ZAMANIMIZDA, O gün hareketlerin içinde bulunan   Gaziantep eski belediye başkanı, PKK'nın siyasi temsicisi HADEP milletvekili Celal DOĞAN, kurtuluş mücadelelerinde dış güçlerle işbirliğini mübah gördüklerini TV'de ilan etti.)
CKMP Genel merkez binası Ankara'nın merkezi sayılan Kızılay'ın hemen yanıbaşındaydı,dolayısıyla Kızılay meydanında eylem yapmak isteyen sol hareketlere karşı liseli arkadaşlarımla birlikte parti merkezinde veya yakınında daima hazır kuvvet gibiydik. Hiç bir hadiseyi'de geri çevirmiyorduk.
Bir keresinde o zamanlar gökdelenin üstünde 'Klüp X' adlı restoranda piyano çalan Bozkurt İlham GENCER ile birlikte gökdelenin önünde 28-29 Nisan gençlik hareketlerini bahane ederek eylem yapmak isteyen Komünistleri 15-20 kişilik az bir kuvvetle perişan etmiş akabinde İlham GENCER beyin bestelediği Bozkurtlar marşını söyleyerek halkın dikkatini çekecek  düzenli bir şekilde partiye geri dönmüş idik..
Yine Kızılay meydanında Komünist gençlerle yaptığımız kavgalardan birinde çeneme taş yiyince arkadaşlarla birlikte  geri çekilmiş toplanma yerimiz olan Dem kıraathanesine geri dönünce,bu sefer kahvede oturan Ali Rıza BİLİCİ başta olmak üzere herkesin bize iştirakıyla kavgaya geri dönmüştük.
Bu yüzden o zaman gençlik kolları genel başkanı olan Erol SOYDAN ve Ankara İl gençlik kolları başkanı Sabri CAN tarafından parti disiplinine aykırı hareket etmekten kısa bir müddetliğine de olsa ihraç edilmiştim.
Liseli Türkçü bir grup olarak aynı kanaatteki diğer liseli gençlerle birlikte dolaşırken,Parti genel merkezinin ve evimin hemen yakınında Konur sokağın devamındaki yine CKMP'li Milliyetçi abimiz olan Attila ÖZER'in başkanı olduğu  Milli Türk Talebe Birliğinde orta öğretim komitesi kuruldu bir müddet ben de başkanlığında bulunarak MTTB'nin faaliyetlerine iştirak ettik.
1967 Yılında Akay yokuşundaki Düğün salonunda yapılan CKMP kurultayında grubumuz gayet aktif görevler icra etmişti. Adana'dan gelen Mehter takımının eşliğinde Mehmet ÇOPUROĞLU ve Sonraki yıllarda MİSK yöneticisi olan Osmaniye'li Mehterbaşı Rahmetli Hüsnü ÇETİNER kardeşimizle Kızılaydaki Zafer anıtına Mülkiyeli Ersan BOCUTOĞLU ile birlikte CKMP çelengini koyup ilk defa Başbuğ Türkeş sloganını söylerken hep lise talebesi Bozkurtlar en öndeydiler..
ANCAK,
Hep üniversitelilerin yönetici olduğu teşkilatlarda yardımcı unsur olarak çalışmaktan usanmış ve kendimizin de yönetici olacağı bir dernek ihtiyacı aramızda dillenmeye başlamış idi. Bu dernek meselelerini partinin karşısındaki Dem kıraathanesinde konuşurken,şu anda Ankaradaki Azerbaycan Kültür Derneği başkanı olan Cemil ÜNAL ve Mehmet GÜRKAN adlı abilerimiz kendilerinin kurucu ve yönetici oldukları CKMP'nin karşısında Dem kıraathanesinin olduğu binanın üçüncü katındaki "Türk Kültür Cemiyeti'nin" faaliyetlerinin fazla olmadığından dernek binasını istediğimiz gibi kullanabileceğimizi de  ifade ederek derneğin anahtarlarını da bana verdiler ,
"Artık kullanabileceğimiz bir mekanımız olmuştu"..
Önce Kısa adı DIT olan Dokuz Işık Teşkilatı kuralım Dediysek de,
Her ne sebeple bilmem, mensubu olduğumuz A.Türkeş beyin Genel başkanlığındaki Cumhuriyetçi Köylü Millet Partili olduğumuz belli olsun diye,Toplumcu düşünceden de kaynaklanan o günlerde  moda olan İşçi, köylü şablonuna da uygun olarak
GENÇ KÖYLÜLER TEŞKİLATI'nı kurmaya karar verdik.
O günden hatırlıyabildiklerim, Salih DİLEK, Muhittin ÇOLAK, Hikmet AYTEK, Cem ERSEVER, Bögüalp HACIÖMEROĞLU, Hasan Basri ÖNGEL, Sedat ABACI, Cengiz ŞANLI, Koray ARACAGÖK, Bülent DEMİRTÜRK, Nüvit SAĞIM, Mehmet KINDAP, Aydın Sefa AKAY, İbrahim ÇITAK, Kamber GÜNDOĞDU, Halil ŞIVGIN, Dursun Cengiz ATAK, Mehmet ELTURAN, Murat TOPÇU, İsmail ULUSAN, Mehmet EKE,Kemal KAÇAR,Murat GÜÇERDEM ve elbette isimlerini hatırlıyamadıklarım.( Ölenlere rahmet kalanlara sağlıklı ömürler dilerim )
( Yukarıda ismini saydığım arkadaşlar Ankara'da liselerde okuyan her gün birlikte olduğumuz arkadaşlarımızdır.Şurası bilinmelidirki o zamanda bizlerden daha çok Türk Milliyetçiliğine hizmet etmekte olan tanıdığımız veya tanımadığımız çok sayıda genç arkadaşımız değişik mahfellerde vardılar  )
Türk Kültür Cemiyetinde kuruluş toplantılarını yaptığımız bir gün,
Çok sevdiğimiz ve saydığımız bir abimiz olan CKMP genel başkan yardımcısı Dündar TAŞER ve yanında genel sekreter yardımcısı Kayserili Lütfi ÖNSOY, henüz resmen kurulmamış olan derneğimizi ziyaret ettiler ,kısa bir müddet sohpet ettikten sonra dernek kurmakta olduğumuzu duyduklarını beyan ederek, kurmakta olduğumuz derneğin adını sordular,
Ben, GENÇ KÖYLÜLER TEŞKİLATI  dedim,
Bir an durdular ve Dündar TAŞER ağabey sözü alarak devam etti, Dokuz Işığın ikinci maddesinin Ülkücülük olduğunu hatırlattıktan, Ülkücülüğün ne olduğunu bize izah ettikten sonra, Türkeş'in 27 Mayıs ihtilalinden sonra Ülkü Birlikleri kurmaya başladığını ancak 13 Kasım iç darbesiyle sürgüne gönderildiklerinden dolayı bu düşüncelerinin akamete uğradığını ama akıllarından hiç çıkmadığını beyan ederek, bu derneğe Ülkü-Ülkücülük veya bağlantılı bir isim konursa Türkeş beyin de çok hoşuna gideceğini söyledi ve bana dönerek cevap beklediğini belli etti.
Ben orada bulunan arkadaşlarımın suratlarına baktım siz ne diyorsunuz der gibi ,onlar da birbirlerinin yüzlerine bakıyorlardı, biran sessizlikten sonra Kurtuluş Lisesinden Hasan Basri ÖNGEL yüksek bir sesle GENÇ ÜLKÜCÜLER TEŞKİLATI dedi, Ben Dündar abinin yüzüne baktım gözleri parlıyordu, yüzünün de güldüğünü görünce ,bu sefer ben de yüksek sesle
tamamdır GENÇ ÜLKÜCÜLER TEŞKİLATI'nı kuruyoruz dedim..
Dündar ağabey hepimizi öperek teşekkür etti. Hayırlara vesile olmasını dileyerek gittiler..
( Bu olay garipsenmesin. Bu günkü Ülkücüler-Ülkücü gençlik kavramı henüz yoktu 1970'lere kadar da olmadı. "Milliyetçi-Toplumcular" - "Türkçüler" gibi değişik kısaltmalar kullanıyorduk.  Onun için Süleyman ÖZMEN şehit edildiğinde cenazesinde taktığımız yaka fotoğrafında ülkücü demedik, resmin üstünde "Akıncı-Bozkurt-Komando" demiştik )
1967 Yılı sonuydu, Genç Ülkücüler Teşkilatı'nın tüzüğünü ikmal ettik. Kurmak için Vilayete gittiğimizde ilgililer evrakımızı kabul etmeyerek geri verdiler, çünkü bir dernek en az üç kişi ile kurulabiliyordu. Bizim ise 18 yaşını geçmiş üç kişimiz yoktu, onun için 1968 şubat ayını bekledik,68 Şubat ayını devirdiğimizde ben de dahil artık 18 yaşını geçen dört kişimiz vardı..
15-20 kişilik bu gruptan resmi olarak sadece dört kişi 18 yaşını geçebilmiş ve kurucu olabilmiş idi,
Onlardan ben Salih DİLEK Kurucu genel başkan,Genel başkan yardımcısı Sedat ABACI,Genel sekreter Kamber GÜNDOĞDU,Genel muhasip İbrahim ÇITAK idi, 30 Ocak 1968 de bir karar defteri alarak ilk kararımızı almıştık ama karar defterini 25 Nisan 1968 te tastik ettirdik..
01 Mart 1968 Tarihinde Ankara Opera'daki Ticaret lisesi salonunda Ankara'daki bütün lise talebelerine yönelik bir konser tertip edilerek orta öğretime Genç Ülkücüler Teşkilatı'nın kurulduğu ilan edildi.
Ardından İlk işimiz MİLLİ ÜLKÜ adında bir dergi çıkarmak oldu, sahibi dernek adına Salih DİLEK'ti, ama işi yürüten İlahiyatlı Ahmet ERBAŞ adlı Kütahyalı bir arkadaştı.(Dergi idareciliği için lise mezuniyeti mecburiyeti vardı)
Derginin ilk sayısının ön kapakta, Türkeş beyin beni İzmir caddesindeki stüdyosuna gönderdiği Ali Teki ÇAĞLAV'a beleş çektirdiğim benim resmim vardı ve üstündede büyük harflerle "EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN" diyordu,
Ankara Kızılay'da Sakarya caddesi başında liseli gençlerce dergimiz iş çıkış saatlerinde satılarak mevcudiyetimiz Ankara halkına da ilan edilmiş oldu.
Paramız yoktu. Kira derdimiz olmasa da para bir ihtiyaçtı. 21 Nisan'da Ankara Kent otelinde bir gece tertipledik, bilet satabilmek için epey uğraştık, böylece bir  müddet idare edecek paramız olmuştu.
MTTB'nin tertiplediği şahlanış mitingleri gibi etkinliklere katıldık,o günlerin güncel konusu olan Kıbrıs ile alakalı faaliyetlerde bulunduk, Zaten kuruluşumuz vesilesiyle toplu halde Anıtkabire giderek kamu oyuna kendimizi ilan etmiştik,
Sonradan Fakültelerde Ülkü Ocakları kurulmaya başladı 68'in sonu 69'un başında Ülkü Ocakları Birliği de kuruldu. (68 Yılının sonunda Siyasaldaki bir olay vesilesiyle yayınlanan bildiri,o güne kadar kurulmuş olan Ülkü ocaklarının imzalarını taşır,  Ülkü Ocakları Birliği imzası konamadı.Zaten ihtiyaçta o gün belli oldu.. )
17 Kasım 1968 Yılında çekişmeli bir ilk genel kurul sonucunda ben seçimi kaybettim. Muhittin ÇOLAK  Genel başkan oldu.
Genel Başkan vekilleri; Hikmet AYTEK ve Ömer DEMİR , Muhasip; Celal YAVUZ, Genel Sekreter; Mehmet SOMUNCUOĞLU,
Yönetim Kurulu üyeleri; Cengiz ŞANLI, Nüvit SAĞIM, Ali İhsan GÜLŞEN, Ahmet ÖZEL, Mehmet ELTURAN ve Bögüalp HACIÖMEROĞLU idi..
İlk yetki verilen şubeler ; Adana: Erdal ERDOĞAN,  Adapazarı: Behçet YİĞİT,  Anamur: Ahmet KURŞUN,   Antalya: Ercan ÇOKSU, Arpaçay: Fahri ÇANKAYA,   Ayvalık: Cahit ÖZDEMİR,   Balıkesir: Refik MUŞLU,  Salihli: Ali GÜRSEL, Diyarbakır: Vedat GÜLDOĞAN, Elazığ: Mustafa ÖZTÜRK,   Emirdağ: Ahmet YILMAZ,   Erzurum: Mustafa ÖZDEMİR,  Eskişehir: Ali IŞIK,  Fındıklı: Namık ALPAY,   İskenderun: Ahmet BARAY,   İstanbul: Hamdi AYAN,   İzmir: Yahya YİĞİT,   Kadirli: Ali GÜREL,  Kaman: Talip GÜZEL,   Karabük: Mustafa TEREKLİ,  Kırşehir: Arif BAŞGÜL,   Kızılhisar: Osman GÜÇ,   Malatya: Nihat DAĞLI,   Maraş: Süleyman KARA,  Mersin: Sezai EREN,  Mucur: Recep USTA,  Oltu: Gavsettin KOÇAK,  Rize: Emrah DOĞAN,  Silifke: Kerim KULAKÇI,  Sinop: Özcan CANSU,  Tarsus: Seyhan EMEN,  Tokat: Ünal ŞAHİN,  Trabzon: Ramazan KARA,  Zile: Kadir GÜNFER,  Konya: Rahmi POLAT,  Kırıkkale: Enver BOZBIYIK,  Tosya: Ahmet ŞATIL,  Şebinkarahisar: Hayri BUDAN,  Alanya: Ali YAĞCI,  Bolvadin: Mustafa KOCA,  Yeşilkent: Ertuğrul YÜLEK,  Sürmene: Ali ERSİN,  Kozaklı: Mithat BİLEN,  Boğazlıyan: Ahmet YOZGATLIGİL.  Ceylanpınar: Turan GÖKDUMAN,  Nevşehir: Ahmet ÖZATALAY,  Gülveren: Cemil ÖZBEK,  Anafartalar: Murat ALTUN,   Sarıkamış: Hüseyin ÜN, Çumra: Hüseyin YAPAR..
23 Kasım 1969 Yılında Hasan Basri ÖNGEL Genel Başkan oldu,
Genel başkan yardımcıları; Hanefi İLBEYİ, Süleyman YURDAKUL ve Kurtuluş SARAÇ idi,Genel sekreter; Mehmet EKE, Genel Sekreter yardımcıları Cahit YALÇIN ve Ali İhsan GÜLŞEN,  Genel Muhasip Dursun Cengiz ATAK , Gen Muh.Yardımcıları Fehmi YÜCESOY ve Ünal BADAT seçildiler.. Bir ara bu yönetime Mahmut ÇOMOĞLU ,Ünal DURUKAN, Gültekin KAVUŞAN da girdi.
06 Eylül 1970 Yılında Genç Ülkücülerin kurultayında genel Başkan Hanefi İLBEYİ oldu, Genel başkan yardımcılıklarına ; Mehmet EKE,  Lütfü ÖZTÜRK,  Abdurrahman KARAHAN,   Genel sekreterliğe Nuri HAZER, Yardımcılıklarına ; Reşat TURGAY, Ahmet YILMAZER, Genel muhasipliğe; Ünal BADAT, Yardımcılıklarına; Selim EKE ve Murat TOPÇU geldiler...
Bu son genel kurul olmuş idi, 1971 yılı 12 Mart muhtırasına kadar dernek tarihi Türkocağı binasının bodrumunda faaliyetlerine Önkuzu'nun şehadetinden sonra ,Türkocağı binasına devletçe el konana kadar devam etti, Muhtıradan dolayı gençlerimizi Askerle karşı karşıya getirmemek için faaliyetlerede kendilerince son verildi.
GENÇ ÜLKÜCÜLER TEŞKİLATINI kurduğumuzda Uluslararası Ajanslarınında  ifade ettiği gibi Dünyanın en yaygın teşkilatlarından biri olacağını hayal bile etmemiştik, Bir avuç liseli gencin samimi ama heyacanlı duygularla ve kendi imkanlarıyla kurduğu bu dernek mensubları fedakarlıktan kaçmadan çok icraatlarda bulundu,Büyük Türk alemine ciddi hizmetler yaptı,
Bu ruhun yok olmayacağı kanaatindeyim, belki bazen sendeliyecektir ama arkadan gelen GENÇ ÜLKÜCÜLER bayrağı mutlaka daha yükselteceklerdir, Bizim eksiklerimizi telafi edip Ülkücü fikri iktidar yapacaklardır,
Bize düşende ağbileri olarak ,şimdiki genç ülkücülere kol kanat germek önlerini temizlemek işlerini kolaylamaktır..
Evet bir devrin liseli gençlerinin nasıl mücadele ettiklerini, konuşmakla ve sorgulamakla  yetinmeyip gövdelerini nasıl taşın altına koyduklarının hikâyesini, yazar olmadığım halde kalemimin yettiğince sizlere anlattım,
Okullarımıza yayan gidip yol paramızı ve harçlıklarımızı birleştirip Ülkücü faaliyetlere harcadığımızı, çoğumuzun ailelerinden nasıl fırça yediklerini anlatmadım bile.
Hapse düştüğümüzde veya dayak yediğimizde hiç şikayetçi olmadık , doğal karşıladık çünkü hamama giren terliyecek idi.
Halâ devam ettirdiğimiz güzel arkadaşlıklar edindik, Mücadelemizden keyif aldık ,mutlu olduk ..
Eksiklerimiz mutlaka verdır ,ama elimizden bu kadar geldi.  Ama fikrî ve fiili manada   yanlışımız olmadı,
Eminim ki kahır çoğunluğumuz aynı şartlarda, aynı hareketleri severek isteyerek yine yapar; 
BU LİSELİ BOZKURTLARIN İÇİNDEN AHİRETE İNTİKAL EDENLERE ALLAHTAN RAHMET; SAĞ OLANLARINA DA NEREDE OLURSA OLSUN SAĞLIKLI ÖMÜRLER DİLİYORUM...... TANRI TÜRKÜ KORUSUN.. 08.Mart.2016, Salih DİLEK

ULUSAL HABER & ULUSAL AJANS // Lütfen Tanıtalım; Okuyalım & Okutalım


25 Ekim 2016 Salı

Çok Önemli Bir Kaynak ve Referans: "ADANA FİKİR PLATFORMU" ve bir alıntı: ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI

ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI BASIN AÇIKLAMASI
Mali krize giren Oger`in kredi almak için rehin verdiği Türk Telekom`daki yüzde 55 hissesi acilen kamulaştırılmalı…

TÜRK TELEKOM HİSSELERİNDE REHİN KRİZİ
Türk Telekom`un ana hissedarı Hariri ailesi ve en önemli şirketi olan Oger`in içinde bulunduğu mali krizin Türk Telekom`u etkilemesinden, hatta Türk Telekom hisselerinin Saudi Telecom`a satılmasından söz edilmeye başlanmıştır. Türk Telekom`un mali yapısında da sıkıntılar baş göstermiş olup; derhal kamunun gerekli incelemeleri yaparak kamulaştırma yönünde adım atması gerekmektedir.
Türkiye`de telekomünikasyon alanının lokomotifi ve 175 yıllık mirasa sahip Türk Telekom`un AKP tarafından özelleştirilmesinin üzerinden yaklaşık 11 yıl geçmiştir. Özelleştirme öncesinde karlı ve Kurumlar Vergisi rekortmeni olan Türk Telekom`un yüzde 55`lik hissesiyle yönetimini devralan Oger Telekom (OTAŞ), özelleştirme bedelini de Türk Telekom hisselerini ipotek ederek aldığı krediyle ödemiştir.
Türk Telekomünikasyon A.Ş 31 Aralık 2006 ve 2005 Tarihleri İtibarıyla Konsolide Finansal Tablolar ve Bağımsız Özel Denetim Raporu`nda; 23 Mart 2007 tarihinde OTAŞ` ın 3.5 milyar ABD Doları kredi aldığı belirtilirken, "OTAŞ`ın kreditörlerine Türk Telekom`un OTAŞ`a ait olan yüzde 55 hisseleri üzerinden öncelikli ipotek hakkı verilmiştir" denilmiştir.
Mülkiyeti kamuya ait olan kurum imtiyaz sözleşmesiyle devredilmiş ve altyapının 25 yıl sonunda kamuya iade edilecek olmasına karşın hisselerin rehin verilmesine AKP Hükümeti ses çıkarmamıştır. Nitekim bu ipotek işlemlerinde Oger Grubu`nun altyapının devriyle ilgili imtiyaz sözleşmesi hükmüne koyduğu şerhten yararlandığı belirtilmektedir. Bu usulsüzlüğe yol açan özelleştirme işlemindeki sakatlık ise Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu`nca Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu 2006-2007 ve 2008 yıllarına ilişkin denetim raporunda şöyle tespit edilmiştir:
"Türk Telekomünikasyon A.Ş ile Kurum arasında imzalanan imtiyaz sözleşmesine; Türk Telekümonikasyon A.Ş temsilcisi tarafından şerh konulduğu, söz konusu şerhin Danıştay kararı ile iptal edilmesine rağmen mahkeme kar arının gereğinin henüz yerine getirilmediği ve sözleşmenin şerhsiz olarak imzalanmasının henüz yapılmadığı tespit edilmiştir. Bu nedenle söz konusu işlemler nedeniyle ortaya çıkan sorumluluğun ve sorumluların belirlenebilmesi amacıyla konunun Başbakanlık Müfettişleri tarafından araştırmaya ve incelemeye tabi tutulması gerekmektedir."
Ne yazık ki aynı usulsüz süreç 2013 yılında da tekrarlanmıştır. Kamuyu Aydınlatma Platformu`na (KAP) 28 Mayıs 2013 tarihinde Oger‘in açıklaması olarak yapılan bildirimde, borçların yeniden finansmanı, vade uzatımı ve hissedarlara temettü dağıtımı amacıyla yeniden kredi alındığı belirtilirken, yine Türk Telekom`un hisselerinin rehin verildiği şöyle duyurulmuştur:
"Daha önceki kredi anlaşmalarında olduğu gibi kredinin teminatı olarak şirketinizin hisseleri rehin verilmiştir. Hisselere ait tüm haklar Oger Telekomünikasyon A.Ş.`de kalacaktır."
Şimdi Oger Telekom da dahil olmak üzere Hariri ailesine ait şirketler finansal kriz içerisindedir; Telekom`u rehin verdiği kredinin 290 milyon dolarlık taksitini ödeyemediğine, Saudi Oger`in işçilerin sigortalarını dahi yatıramadığı, Arab Bank`ta hisse satışı yapmaya çalıştığı haberleri basında yer almaktadır. Bu durumda aldığı kredileri ödemekte zorlanan Oger Telekom`un rehin verdiği Türk Telekom hisselerine kreditörler tarafından el mi konulacaktır?
Oger`in mali krizi ve Türk Telekom`a etkisiyle ilgili kaygılar üzerine 13 Ekim 2016 tarihinde KAP`a yapılan açıklamada "Türk Telekomünikasyon A.Ş. ve iştiraklerinin finansman anlaşmalarında hissedarlarının borçlarını vaktinde ödeyememelerinden doğabilecek mütekabil temerrüt (cross-default) hükmü bulunmamaktadır. OTAŞ`ın şirketimizin hiçbir finansman sözleşmesinde garantörlüğü bulunmamaktadır. Şirketimizin OTAŞ lehine verilmiş herhangi bir teminat veya rehini bulunmamaktadır" denilmiştir. Ancak söz konusu olan Türk Telekom tarafından Oger adına verilmiş olan rehin değil, Oger Telekom t arafından bizzat sahip olduğu Türk Telekom hisselerinin rehin verilmesidir. Bu konuda ise açıklamada bilgi yer almamaktadır.
Zaten Oger grubunun içinde bulunduğu finansal krizin Türk Telekom`u etkilemeyeceğini ileri sürmek ekonomik gerçekliğe uygun değildir. Hem Türkiye`nin genel ekonomik göstergeleri, hem de telekomünikasyon alanındaki gelişimi olumsuz etkilenecektir.
Nitekim telekomünikasyon altyapısından yararlanan şirketler Türk Telekom`un yatırım yetersizliğinden şikayet etmektedirler. Oger Grubu`nun içine düştüğü kriz, Türk Telekom`un yatırım yapmak yerine temettü dağıtımını tercih etmesinin nedenini de açıklamaktadır.
Ne yazık ki Elektrik Mühendisleri Odası olarak özelleştirme öncesinde "Şirketin özel sektör tarafında daha iyi yönetileceği söyleminin ideolojik olduğu ve Telekom`un içinin boşaltılması riski bulunduğuna" ilişkin uyarılarımızın, bugün hayata geçmek üzere olduğunu görüyoruz. Türk Telekom`un teknolojik gelişmelere paralel o larak, tekel konumunda olduğu şebekeyi geliştirme görevini yerine getirip getiremeyeceği artık daha çok tartışmalıdır. Kamuya ait altyapıyı kullanan ve sözleşme süresi sonunda bu altyapıyı yeniden kamuya devretmesi gereken Türk Telekom`un mali yapısının bozulması, temel iletişim şebekesinin geleceği açısından risk yaratmaktadır. Özelleştirme sonrasında Türk Telekom`un Türkiye için gerekli şebeke altyapısı ihtiyacını karşılayamayacak duruma düşürülmesi, büyük bir kamu zararı yaratıldığı anlamına da gelmektedir. Hisselerin yüzde 15`inin halka açık olduğu da gözetilerek, hem küçük yatırımcıyı korumak hem de altyapı güvenliğini sağlamak ve kamu zararını önlemek için Oger Telekom`da bulunan Türk Telekom hisseleri bir an önce kamulaştırılmalıdır.
ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI

YÖNETİM KURULU

8 Ekim 2016 Cumartesi

Yeni dönemde yeni programlarla yeni bir başlangıç! Hayalin Mesleğin Olsun. Film Yapım ve Yönetmenlik Okulu Senaryo Okulu


Yeni dönemde yeni programlarla yeni bir başlangıç!

Yönetmenlik, Senaryo ve Görüntü Yönetmenliği yeni dönem programlarımız 10 Ekim Pazartesi günü başlıyor!

Türkiye’nin senaryo ve yönetmenlik alanında ilk ve tek mesleki okul programlarını başlatıyoruz.
Programlar toplam 8 ay sürüyor. 6 ay(300 saat) yoğun eğitim ve sonrasında sektöre sunmak üzere 2 ay danışman eşliğinde birebir proje çalışması olarak ilerleyecek.
Eğitimler hem akademinin kendi stüdyolarında hem de profesyonel film stüdyolarında profesyonel kamera ve ışık ekipleri ve ekipmanları ile birlikte verilecek
Öğrenciler bitirme projelerini sektör profesyonellerine sunacaklar. Beğenilen projeler akademinin ajansı aracılığı ile satılacak. Ayrıca başarılı görülen öğrenciler ekiplere yerleşebilecekler
Mezunlarımız isterlerse eğitimlerine yurt dışında anlaşmalı olduğumuz akademi ya da üniversitelerde İFA öğrencilerine özel burs avantajları ile devam edebilecekler.
Yeni Dönem Programlarımız
 
Mesleki Okul Programları(8 ay)

Atölye ve Seminerler
Kayıt ve detaylı bilgi için
0212 224 3762 - 0530 252 9575
bilgi@istanbulfilmakademi.com
www.istanbulfilmakademi.com
Emniyetevler mahallesi, yamaç sokak, no:8 k:2 4.Levent / İstanbul