23 Aralık 2017 Cumartesi

SARIKAMIŞ "90 Bin Kardan Adam" 22 Aralık 1914-22 Aralık 2017 RUHLARI ŞÂD OLSUN. İhsan TOPÇU

İhsan Topçu
22 ARALIK 2017 - CUMA

Binlerce şehit ne demektir, hiç düşündünüz mü? Şehit oldu, deyip geçiyoruz genellikle. Geride kalan gözü yaşlıları düşündüğümüzde tablonun ne kadar acı olduğunu daha iyi anlıyoruz. Tek evden söz edeyim size, durumun vehameti netleşsin. Rahmetli babaannem, altı aylık ve dört yaşında iki oğluyla bir başına kaldı. O çocukların o koşullarda nasıl büyüdüğünü hiç düşündünüz mü? Sarıkamış, Çanakkale, Balkanlar ve daha nicelerini aklımızdan çıkarmayarak bu toprakların şehitler yurdu olduğu gerçeğini hiç unutmamalıyız. Bu cümlelerin devamını mutlaka içinizden sürdürüyorsunuzdur.

14 Aralık 2017 Perşembe

BİR DEVRİN HAFIZASI "RASİM CİNİSLİ" 1965 MTTB Genel Başkanı, ADALET PARTİSİ (1969) VE DEMOKRATİK PARTİ (1973) ERZURUM MİLLETVEKİLİ, DYP İSTANBUL İL BAŞKANI (1994)

BİR DEVRİN HAFIZASI 
Rasim CİNİSLİ
Kitap Hakkında
Erzurum'un köklü ailelerinden birinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Genç bir üniversite öğrencisi olarak geldiği İstanbul'da kendini politik bir ortamın içinde buldu. İstanbul Hukuk Fakültesi'nde öğrenciyken dönemin önemli fikir adamlarıyla tanıştı. 
27 Mayıs yargılamalarına tanıklık etti. Zorlu bir mücadele sonunda MTTB genel başkanı oldu. Kendi deyimiyle "İnançlı genç bir kadronun neleri başarabildiğinin onurlu heyecanını burada yaşadı." Başkanlık dönemi boyunca unutulmaz faaliyetlere imza attı. Gençlik lideri olarak başarıları onu siyasetin içine çekti. Adalet Partisi'nden Erzurum milletvekili seçildi. Süleyman Demirel'e muhalif 41'ler Hareketi içinde yer aldı. Demokratik Parti'nin kurucularından oldu ve 1973 seçimlerinde yeniden parlamentoya girdi. Aktif politikaya uzun bir süre ara verdikten sonra 1990'lı yıllarda Tansu Çiller'in davetiyle DYP İstanbul İl Başkanı oldu. Ancak kısa süre sonra istifa etti.
İlkelerinden taviz vermemesiyle ve son derece dürüst kişiliğiyle politika sahnesinde saygınlık kazanan Rasim Cinisli, yakın tarihimizde bizzat tanıklık ettiği önemli olayları, unutulan veya unutturulmak istenen gerçekleri içeren "bir devrin hafızasını" okurla paylaşıyor.
27 Mayıs'ın arkasında kim ya da kimler vardı? 
Darbeler ülkenin geleceğini nasıl etkiledi?
Milletimizin en kıymetli varlığı gençliğe nasıl kıydılar? 
12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından Cevdet Sunay'ın "derin ve sonu karanlık bir çıkmaz" dediği tehlike neydi? 
"Başarılı olsalardı Türkleri Sibirya'ya süreceklerdi" diyen başbakan kimdi? 
Yurtdışından uzanan ellere kimler kucak açtı? 
Osmanlı Hanedanı'nın Türkiye'ye dönüşüne izin veren yasa hangi koşullarda kabul edildi?
12 Eylül'de Kenan Evren Türkiye'nin elindeki en büyük kozu Yunanistan'a nasıl teslim etti?

Rasim CİNİSLİ, Yazar
Rasim Cinisli, 1939 yılında Erzurum'un Aşkale kazasına bağlı Cinis köyünde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Erzurum'da yaptı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. 27 Mayıs 1960 darbesi öncesi ve sonrası öğrenci olaylarının tanığı oldu. 18 Mart 1965'te Bursa'da yapılan Milli Türk Talebe Birliği kongresinde genel başkan seçildi. MTTB Genel Başkanlığı görevi Kasım 1966 tarihine kadar devam etti. 1969 genel seçimlerinde Adalet Partisi listesinden Erzurum milletvekili seçildi. 1971'de kurulan Demokratik Parti'nin kurucuları arasında bulundu ve DP Genel İdari Kurul üyeliği yaptı. 1973 genel seçimlerinde Demokratik Parti'den yine Erzurum milletvekili olarak TBMM'de görev yaptı. 1976 yılında İstanbul'a yerleşti ve siyasi çalışmalarına bir süre ara verdi. 1994’te Tansu Çiller’in davetiyle katıldığı Doğru Yol Partisi’nin İstanbul İl Başkanlığını yaptı. İstifa ettikten sonra aktif siyaseti tamamen bıraktı ve Bir Devrin Hafızası adını verdiği anılarını kaleme aldı.

11 Kasım 2017 Cumartesi

TÜRK FİRMALARININ DİKKATİNE: "KATAR’DA TÜRK AVM Sİ AÇILIYOR" HABER: Zekeriya TÜMER, Selçuk AKPINAR, Hüseyin YÜKSEK (GİRİŞİMCİ TÜRKLER)

TÜRK FİRMALARININ DİKKATİNE
KATAR’DA TÜRK AVM Sİ AÇILIYOR
Girişimci ve cesur yürekli iki Türk Çok sayıda Orta Doğu ve Asya ülkesinin diplomatik ilişkilerini askıya aldığı Katar’ın Başkenti DOHA’DA Türk girişimci iş adamları için AVM açma çalışmalarına başladılar.
Katar Emiri Muhammed al Sani’nin (Şu an ki emir torunudur.)1852’de, daha sonra ve kesin olarak 1871’de Osmanlı Devleti’ni ülkesine davet ederek, Osmanlı Devletinin himayesine giren Katar’ın 1913 yılında Osmanlı ile ilişkileri bitmiştir.
1972 yılında yeniden başlayan ilişkiler, 2010 yılında daha da artmış ve 2016 yılında Finansbank ve Digiturk gibi büyük şirketleri alan Katar ülkemizde yatırımlarını hızlandırmıştır.
Katar, Türkiye’ye en çok doğrudan yatırım yapan 19’uncu ülke konumunda.
Şu an Katar’ın Türkiye’de ortak olduğu çok şirket vardır.
Genç ve tecrübeli girişimci Selçuk AKPINAR VE Hüseyin YÜKSEL GLOBAL YATIRIM LTD.ŞTİ. adı altında Katar’ın Başkenti Doha’da Turkish Business Center şeklinde işletmeyi planladıkları AVM. Nin açılması için kolları sıvadılar.
Selçuk AKPINAR ve Hüseyin YÜKSEL açacakları AVM’.de ünlü Türk Markalarının Katarlı müşterilere hizmet verebilmelerini sağlamak istemektedirler.
Genç girişimcilerin amacı, çok farklı bir yönetim şekli ile yönetilecek olan Turkish business Center Türk ve Katarlı yatırımcıları bir araya getirmektir.
AVM’nin içindeki iki adet büyük salonda çeşitli organizasyonlar, tanıtım etkinlikleri gibi çeşitli faaliyetler gerçekleştirilecektir.
Yeni yıl gibi açılması planlanan AVM, Türk firmaları için kaçırılmayacak bir fırsattır.
Türkiye’de üretim yapan, gıda, tekstil, inşaat, emlak, başta olmak üzere, sanayi, makine, fabrika, otel, arsa, villa vs. konuları ile ilgilenen firma ortaklıklarına sıcak bakılmaktadır.
Genç girişimciler Türkiye’den kendileri gibi girişim ruhu olan ortaklar aramaktadırlar. İsteyen Türk Firmaları açılacak AVM merkezinde kendi bürolarını kurabilecekler, kendi ürünlerinin tanıtım ve pazarlamasını yapabileceklerdir.
AVM içerisinde yalnız Türk firmalarına yer verilecektir. Türk markaları tanıtılacaktır.
AVM’de 45 mağaza ile sergiler  ve iş adamlarının toplantı yapabilmeleri için 2 büyük salonu mevcuttur.
5 yıldır yoğun bir çalışma içerisinde olan girişimciler Selçuk AKPINAR ve Hüseyin YÜKSEL’in gayeleri, Türk perakende ve toptancısına, imalatçı ve üreticisine hareketli-bereketli olan pazarda kapı açmak.
Katar pazarı çok hareketli ve tüketim ise küçük olmasına, nüfusun 2.5 milyon civarında olmasına rağmen İstanbul kadar olmaktadır.
En önemlisi de şu an Katar’a uygulanan ambargodur. Daha önce Katar’ın iş yaptığı Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap emirliklerinin uyguladığı Ambargo nedeniyle boşalan Katar pazarına Türk firmalarını sokmaktır. Dolayısı ile de Türk ürünlerinin Katar vitrinlerinde sergilenmesi ve tüketilmesidir.
Katar yer altı kaynakları sayesinde 145 bin Dolarla dünyada kişi başına düşen en yüksek milli gelire sahip ve dünyada ekonomik refah düzeyi en yüksek olan ülkedir.
Böyle bir ülkeye yatırım yapan ve ürünlerini sokan her firma gelir düzeyini çok yükseltecektir. Büyük bir tüketim pazarına sahip olan KATAR’A yatırımcı firmaları beklemekteler.
Çok sayıda Orta Doğu ve Asya ülkesinin diplomatik ilişkilerini askıya aldığı Katar, Orta Doğu'da Basra Körfezi'nde yer alan küçük bir yarımada ülkesidir ve emirlikle yönetilir. Tek kara sınırı olan komşusu Suudi Arabistan'dır ve kuzeyinde Bahreyn, doğusunda İran yer alır.
Katar'ın başkenti ve en büyük kenti Doha'dır.
2014 yılı itibari ile Katar nüfusu 2 milyon 155 bin 446'dır. Katar nüfusunun yalnızca % 15'i yerel halktan oluşmaktadır. % 85'i Katar'a çalışmaya gelen yabancı işçilerdir.
Katar 2022 FIFA Dünya Kupası'na da ev sahipliği yapacak olan ülkedir. 
Petrol rezervlerinin yanı sıra Katar dünyada en çok gaz rezervini elinde bulunduran ülkeler arasında yer almaktadır. Katar yer altı kaynakları sayesinde 145 bin Dolarla dünyada kişi başına düşen en yüksek milli gelire sahip ve dünyada ekonomik refah düzeyi en yüksek olan ülkedir.
UMUMA MAHSUS PASAPORT SAHİBİ OLAN TÜRK VATANDAŞLARI’NIN KATAR’A 30 GÜNE KADAR GİTMELERİNDE VİZE SORUNU YOKTUR. 
KATAR’A GİDEREK AVM’DE YERİNİ ALMAK İSTEYEN, KATAR İLE TÜRKİYE ARASINDA TİCARET YAPMAK İSTEYENLER AŞAĞIDAKİ TELEFONLARI ARAYARAK, BU KONUDA DAHA GENİŞ BİLGİ ALABİLİRLER.

Selçuk AKPINAR GİRİŞİMCİ TÜRK
00974 50 12 02 59 gsm

Hüseyin YÜKSEL GİRİŞİMCİ TÜRK
0532 303 30 95

TÜRKİYE’DE BULUNAN GİRİŞİMCİ
İTHALAT-İHRACAT DANIŞMANI
GÜMRÜK MÜŞAVİRİ
Zekeriya TÜMER
0552 220 45 18
0535 333 98 08
ulusaltanitim45@gmail.com

7 Kasım 2017 Salı

Atatürkçü Tarihçi, Araştırmacı-Yazar Cengiz Önal Tarakçıoğlu; 8 Kasım 2017 Çarşamba Günü “Tema Vakfı Ankara Temsilciliğinde” ve 11 Kasım 2017 Cumartesi Günü de: “Ankara Fatsalılar Yardımlaşma Kültür ve Dayanışma Dermeği'nde” İki Ayrı Konferans Verecek

DOSTLARIM,
TEMA VAKFI ANKARA TEMSİLCİLİĞİ TARAFINDAN DÜZENLENEN VE KONUŞMACI OLARAK KATILACAĞIM "ATATÜRK VE ÇEVRE" KONULU KONFERANS, AFİŞTE BELİRTİLEN TARİH, SAAT VE YERDE YAPILACAKTIR. ANKARA'DAKİ ARKADAŞLARI, ATATÜRK'ÜN DOĞA AŞKI VE ÇEVRE DUYARLILIĞI KONULARINDAKİ GÖRÜŞ, DÜŞÜNCE VE YAKLAŞIMLARIYLA İLGİLİ BİLGİ ALIŞ-VERİŞİNDE BULUNMAK ÜZERE ORADA GÖRMEKTEN MUTLU OLACAĞIMI BELİRTMEK İSTERİM. ESENLİKLE KALIN. SAYGILARIMLA... 
DOSTLARIM,
FATSA'LI HEMŞEHRİLERİM BÖYLESİ BİR ÖNERİYLE GELİNCE, AİLE VE TOPLUM TERBİYEM GEREĞİ GERİ ÇEVİREMEYECEĞİM GİBİ DOĞDUĞUM VE YETİŞTİĞİM TOPRAKLARA DA BÖYLESİ BİR HİZMETİ SUNMAKTAN GERİ DURAMAZDIM. BUNUNLA BİRLİKTE UZUN YILLARDIR CUMHURİYET'İN BAŞKENTİNDE YAŞIYOR OLMAM MÜNASEBETİYLE ANKARA'LI HEMŞEHRİLERİMİ DE ORADA GÖRMEKTEN MUTLU OLACAĞIMI BELİRTMEK İSTERİM. 11 KASIM 2017 CUMARTESİ GÜNÜ GÖRÜŞMEK ÜZERE ŞİMDİLİK SAĞLIK, ESENLİK VE MUTLULUKLA KALIN. SAYGILARIMLA…

24 Ekim 2017 Salı

BÜYÜK YALAN [Turkish Forum - E Turkiyeyiz Biz] Şükrü Server AYA (KİTAP TANITIM TOPLANTISI)

BÜYÜK YALAN
[Turkish Forum - E Turkiyeyiz Biz]
"Tek Kişilik Ordu" gibi çalışan ve 90'nına merdiven dayamasına rağmen hala dur durak olmadan içinden çıktığı Türk Milleti için üreten ve katma değer yaratan Şükrü Server Aya'nın son kitabı Büyük Yalan'ın tanıtım toplantısı yapılacaktır.
"Ermeni Soykırımı" iddiasını yabancı belgelere dayanarak tek tek çürüten İngilizcesi (The BIG LIE) ve Almancası da (Die Grosse Luege) olan Büyük Yalan kitabının 2 Kasım 2017 Perşembe İstanbul-Taksim'de Feronya Oteli'nde yapılacaktır.
Tanıtım toplantısına katılacağım ve konu ile ilgili olarak konuşma da yapacağım.
Saygılar,
Türker Ertürk

Ogün D. Orpars "ATATÜRK'ÜN ÖLÜMÜNDEKİ SIR PERDESİ" Yazılamayan Tarih "Yazıldı Yayınlandı"

 

18 Ekim 2017 Çarşamba

TARİHÇİ YAZAR KORAY ŞERBETÇİ’den İDDİALI SÖZLER “Bu güne kadar kimse tarihin neye yaradığını Türk insanına anlatmadı!”

TARİHÇİ YAZAR KORAY ŞERBETÇİ’den İDDİALI SÖZLER
“Bu güne kadar kimse tarihin neye yaradığını Türk insanına anlatmadı!”
Yıllardır tarihi gerçekler birer vakıa olarak tartışılan konulardır. Fakat tarihi gerçeklerin günlük, pratik hayatta neye yaradığı hiç anlatılmamıştır. Bu konu ile ilgili olarak bir kitap KORAY ŞERBETÇİ imzası ile raflardaki yerini buldu ve okuyucusuna tarihin günlük hayatta ne işe yaradığını anlattı.
Kitapta özellikle tarihi şahsiyetler üzerinden yola çıkılarak, tarihin psikolojik ve sosyolojik analizi yapılarak tarihi bilgilerin pratikte nasıl kullanılabileceğine ışık tutuldu.
KORAY ŞERBETÇİ kitabı ile ilgili olarak şunları dile getiriyor;
“Belki binlerce kez karşılaştım bu soruyla. İnsanlar tarihçi olduğumu öğrendiklerinde önce öğrenci iken bilhassa tarih dersini hiç sevmediklerini söyleyip hemen arkasından rakibine bir ok fırlatırcasına “Tarih hayatta ne işimize yarar ki Allah aşkına!” sözünü pimi çekilmiş bir el bombası gibi atıveriyorlardı kucağıma. Bu salvolar zaman içerisinde ister istemez tarihi keyifli bir uğraş olarak benimseyen ve hayatını bu uğraşa bağışlamış bendenizin yönünü de kendiliğinden belirlemiş oldu. Sonuç olarak elinizdeki bu eser meydana geldi.
Kadim bilgeliğin hazinesi sayabileceğimiz tarihin bu meselede bize söyleyeceği ne kıymetli sözleri vardır. Fakat duymak isteyene tabi. Peki, tarih okumasını geçmişte olup bitmiş olayların mezarlığında dolaşmaktan kurtarmanın çaresi nedir derseniz? Burada yine imdada kadim bilgelikten bir hikmetli söz yetişir. Hint ikliminin ışıltılı kafası, Asya’nın iftiharı, düşünür, şair ve yazar R.Tagore’un şöyle der: “Bir şeyi anlamak onda kendimizden bir şeyler bulmaktır.”
Bu kitap, sizi tarihi figürlerin ders kitapları tarafından ıskalanan insani ve duygusal yönlerine baktırmak iddiasındadır.
Evet, gök kubbenin altında söylenmemiş söz yoktur. Aynı zamanda yaşanmamış deneyim, izlenmedik yöntem, yapılmadık hata da yoktur…
O halde elinizde tuttuğunuz kitapla sizi on binlerce yılın eski ama eskimeyen serüvenine davet ediyorum ki tarihin olup bitmiş bir şey değil olmakta olan bir şey olduğunu ve sizin de bu olmakta olanın kahramanı olduğunuzun tadına varasınız!   
Öyle ya yoksa TARİH NEYE YARAR?”
KORAY ŞRBETÇİ imzalı “TARİH NEYE YARAR?” adlı kitap Türdav Yayınlarından çıktı ve raflardaki yerini aldı.
(Uzun Adam Gençliği- Savcı Sayan)
İnsanlık tarihi boyunca her fikir ve ya inanç akımı kendine göre mutlaka taraftar bulmuştur. Bu akımlar kendini ya besleyerek büyütmüş ya da tam tersine tarih sayfalarında yok olup gitmiştir.
Bu akımlara kaynak oluşturmak ise toplum önünde lider vasfı taşıyan şahıslar üzerinden yürümektedir. Günümüzde bu düşünce ve akımların beslenerek kendisine taraftar toplama noktasındaki en büyük katkıyı medya sağlamaktadır. Medya istediğinde kişiyi ya kahramana ya da nefret edilen bir ucubeye çevirme gücüne de sahiptir.
Her şeyde olduğu gibi medya da mutlaka bir şeylerden ya da birilerinden yanadır. Öyle ya da böyle mutlaka bir şeylere taraf olur insan ve onun yönetimindeki her şey…
Medya bir insanı nasıl bir konuma getirir tartışmalı ve çok su götürü bir konudur elbette. Şimdi medyanın her an gözü önünde yaşayan birisinin başka bir kişi tarafından didik didik incelenmesi ve onun zihnindeki haritayı çözebilmesi mümkün müdür desek?
Elbette mümkündür. Fakat bunun için bir derdinizin ve bir dava aşkınızın olması da şarttır.
"Uzun Adam”ın Bir Gençlik Hayali Var
Bir dönem CHP üyesi olan Savcı Sayan, Uzun Adam olarak nitelendirdiği Recep Tayyip Erdoğan’ı yakın takibe almış. Onun değer yargılarını, hedeflerini, inançlarını, bu millet için istediklerini kendi akıl ve vicdan terazisinde bir ölçeğe tabi tutmuş. Ve kendisini en çok etkileyen tarafını, yani bu ülkenin gençleri için düşünce ve hedeflerini kaleme alarak “Uzun Adam Gençliği” adlı kitaba imza atmış.
Kitabında şöyle diyor Sayan; “Bu ülkenin bağımlılığını, bu toplumun yozlaşmasını ve bu milletin dağılmasını isteyenler, bu ülkenin gençliğini kendi tarihinden nefret ettirerek işe başlamışlardır. Gençliğe, atalarının birtakım cahil, yobaz, vahşî adamlar olduğunu, onlardan nefret etmenin çok önemli olduğunu öğretmişlerdir.
Oysa hakikat, onların söylediği gibi değildir. Bu toplum ve bu toplumun temsilcisi olduğu medeniyet, çok üstün insanî değerler çevresinde kurulmuştur. Zamanında en ileri ve en mutlu insanlığı temsil etmiş, birçok konuda başkalarına örnek olmuş veya yol göstermiştir.”
Yazar, "Uzun Adam Gençliği" adlı kitabında bir liderin gençlik için hayallerini ele alarak tarihe kayıt düşülecek olan yeniden diriliş sürecini ve ülkesinin gençlerine işaret ettiği hedefleri madde madde anlatmış.
Yazar Sayan diyor ki; “Uzun Adam bu ülkenin gençliği için elini değil, bedenini bile taşın altına koyar. Onun kadar cesaretle yürüyen bir lider kim olursa olsun arkasından giderdim. O’na diktatör diyorsunuz. Hangi diktatörün yüreğinde gençliği için bu kadar merhamet ve kaygı bulabilirdiniz merak ediyorum?” diyor.
Bu kitap bir liderin nasıl olması gerektiğini ve bir ülkenin asıl temellerinin gençler olduğunu farkında olan bir siyasi fikri analiz ediyor. Lore Kitap tarafından çıkartılan "Uzun Adam Gençliği" raflarda yerini bulmuş durumda…
Uzun Adam Gençliği – Lore Kitap – Savcı Sayan

9 Ekim 2017 Pazartesi

Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi “Kolomb Günü”dür. Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..

DOĞAR DOĞMAZ AĞZI KAPANAN ÇOCUKLAR
Amerika Kıtasında Ekim ayının ikinci pazartesi “Kolomb Günü”dür.
Şenliklerle, şölenlerle kutlanır..
Tıpkı bizim “İstanbul’u Fetih Günü” gibi..
Amerika üç gündür Kolomb Günü’nü kutluyor..
Bazı ülkelerde milyonlar çılgınca eğleniyor..
Peki kutlanan ne?..
*. *. *
1492 yılında Cenovalı kaşif Kristof Kolomb’un Nina, Pinta ve Santa Maria gemileri Amerika kıyılarına yanaştığında onları Arawak kızılderilileri karşıladı..
Kızılderililerin inancında Tanrılar sakallıydı ve denizden gelmişlerdi..
Sakallı istilacıları görünce onları doğaüstü sandılar..
Yüzerek selamladılar..
Mısır, patates ikram ettiler..
Atları, iş hayvanları, demir silahları yoktu..
Ama kulaklarına ince altın süsler takıyorlardı..
İşte o altınlar sonları oldu..
*. *. *
Kolomb kızılderililerle ilgili ilk izlenimlerini İspanya Kraliçesine şöyle yazmıştı..
“Bu insanlar o kadar yumuşak başlı, barışsever ki, yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerinizin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar; gerçi çırılçıplak dolaşıyorlar ama davranışları terbiyeli ve övgüye değer”
Seyir defterine de şunları eklemişti.
“Onlara kılıçlarımızı gösterdik. Demir silahları ilk kez gördükleri belli. Kesmenin ne demek olduğunu bilmediklerinden, bazıları kılıçların keskin tarafını tutunca ellerini kestiler. Bu insanlar ne herhangi bir mezhebe bağlılar ne de puta tapıyorlar. Kötülüğü tanımıyorlar, birbirlerini öldürmeyi bilmiyorlar. Hiç silahları yok… Kızılderililer son derece sade, dürüst ve eli açık insanlar. Herhangi birinden sahip olduğu herhangi bir şey istenince hemen veriyorlar. Kötülüğün ne olduğunu hiç bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar. Komşularını kendileri kadar çok seviyorlar. Dünyada onlar kadar tatlı dilli insanlar yoktur. Her zaman gülüyorlar.”
Bir de not düşüyordu.
“Bu insanların çalıştırılması, ekin ekmesi, gerekli her işe koşulması ve bizim (Avrupalalıların) gelenek ve göreneklerimizi benimsemesi gerektiği kanısındayım”
*. *. *
Ardından katliam başladı..
Sakallı yabancılar altın ve değerli taş aramak için köyleri yağmaladı, yakıp yıktı..
Yüzlerce kadını, erkeği, çocuğu kaçırdılar..
Kadınlara tecavüz ettiler..
Direnen erkeklerin kulaklarını kestiler, kafa derilerini yüzdüler..
Gemilerine atıp köle olarak satılmak üzere Avrupa’ya götürdüler.
Kolomb’un 12 Ekim 1492’de San Salvador sahiline ayak basmasının üzerinden on yıl bile geçmeden bütün kabileler, yüzbinlerce insan yok edildi..
Ardından akın akın geldiler..
Tüm Amerika Kıtasını cehenneme çevirdiler..
Katliamlara papazlar da katıldı..
Katolik olmayı kabul etmeyen Kızılderili şamanları ayaklarından asılarak canlı canlı yakıldı..
Kolomb Amerika’ya vardığında dünya nüfusunun 5’te biri kızılerili idi..
Sayıları 70 milyonu geçiyordu..
1492’den bugüne sadece 2 milyon kaldılar..
*. *. *
Dünya tarihinin en büyük soykırımını yapan Avrupalı istilacıların bu katliamı kitaplara şöyle yansıdı..
” İspanyollar istilacılar her geçen gün daha kibirli oluyordu..Aceleleri varsa yerlilerin sırtına biniyorlardı..İspanyolların canavarlığı sınır tanımıyordu.. birgün ikisi de birer papağan taşıyan iki yerli çocuğa rastlayan iki papaz, papağanları aldılar ve sırf zevk olsun diye çocukların kafasını kestiler”
Las Casas
“Ben Küba’da iken üç ayda yedi bin çocuk öldü. Acıdan çılgına dönen bazı anneler bebeklerini nehirde boğuyorlardı… Böylece erkekler madenlerde, kadınlar ağır çalışma içinde ve çocuklar da süt bulamadıkları için ölüyordu… bu kadar büyük, güçlü ve verimli topraklar kısa sürede boşaldı. İnsanlığa o kadar yabancı olan tüm bunları kendi gözlerimle gördüm ve şimdi bile yazarken ürperiyorum.”
Las Casas
“Tanrı’nın hususi takdiriyle savaştan kaçan kızılderililerin tamamına yakını çiçekten öldürdük. Tanrı topraklarımızı temizledi”
“Massachusetts Körfezi Kolonisi’nin ilk valisi John Wintrop
“Kızılderilileri yakıyorduk..Onları böyle ateşte kızarırken ve bu ateşi söndüren kan gölünde görmek korkunç bir manzaraydı, çürüyen cesetler ve bunlardan yayılan koku berbattı fakat zafer tatlı bir fedakârlık gibiydi..Bizlere olağanüstü yardımlarda bulunarak bu kadar gururlu ve kibirli bir düşmanı elimize düşüren, bu kadar çabuk bir zafer bahşeden Tanrı’ya şükranlarımızı sunarız.”
Plymouth Kolonisi’nin Valisi William Bradford
“Kızılderililerin hamal olarak kullanılmasını kınamıyorum. Ancak bir adamın bir domuza ihtiyacı varken 20 tane öldürüyordu. 4 Kızılderili’ye ihtiyaç duyduğunda bir düzine alıyordu. Metreslerini omuzlarda taşınan hamaklar içinde fakir Kızılderililer’e taşıtan birçok İspanyol vardı. Bu uygulamalar esnasında yerlilerin maruz kaldığı kötü muameleler, zararlar, soygunlar, haksızlıklar ve büyük kötülüklerin sayılması istense bunun sonu gelmez. Çünkü onlar için Kızılderilileri öldürmek, yararsız hayvanları öldürmekte birdi. ”
Cieaze de Leo
“Kızılderililerin eğer altını yoksa çocuklarını satarlardı. eğer çocukları da kalmamışsa kendi hayatlarını verirlerdi. Bu haraçları veremediklerinden ötürü Kızılderililer işkence acıları altında ya da gaddarca zindanlarda öldürülürdü. Zira İspanyollar onlara hayvani bir vahşilikle muamele ediyor ve onları hayvandan daha aşağı görüyorlardı.. Kızılderililerin cesetleri köpeklerin önüne yem olarak atılıyor, vücutlarından yaralara iyi gelebilecek bir yağ üretiliyordu. Kızılderili kadınlar sıra hâlinde direk ve ağaçlara, çocukları da onların ayaklarına asılıyordu.”
Papaz Motolinia
“Sırf eğlence olsun diye, kadın erkek demeden yerli halkın ellerini, burunlarını ve kulaklarını kesip kopardıklarını ve bunun bölgenin değişik yerlerinde defalarca tekrarlandığını kendi gözlerimle gördüm.
Memeden kesilmemiş bebekleri annelerinin göğsünden alarak onları en uzağa fırlatma konusunda birbirleriyle yarıştılar.”
Bartolome de Las Casas
“Askerler pek çok Kızılderili’yi uykularında öldürdüler. Annelerinin göğüslerinden çekilip alınan bebekler anne-babalarının gözleri önünde kılıçla parçalanıyor ve bebeklerin parçaları ateşe atılıyordu. Kundaktaki bebekler beşikleri içinde parçalanıyor, kafaları eziliyor, en taş-yürekli adamın bile vicdanını sızlatacak bir vahşilikle öldürülüyorlardı..Bazı bebekler nehre atıldı, onları kurtarmak için anne ve babaları da suya atladı. Ama askerler ne çocukların ne de anne-babaların sudan çıkmalarına izin vermediler, hepsi boğuldu.”
David de Vries
*. *. *
Kızılderili kadınları çocukları doğduğunda elleriyle onların ağzını kapatırlar..
Nefes alması için ellerini bir süre çekip, bebeğin tekrar ağlamasına fırsat vermeden aynı hareketi tekrarlarlar. .
Ağlamamak, gözlerini dünyaya açan bir Kızılderilinin aldığı ilk derstir..
Beyaz adamdan kaçarken, kucaktaki bebeğin ağlaması her şeyin sonu demektir..
Dersini iyi alamayan bir bebeğin çıkaracağı ses, kurşun yağmurundan ölmek demektir.
*. *. *
Amerika Kıtası bugünlerde “Kolomb Günü” nü kutluyor..
Şenlikler, şölenler yapılıyor..
Milyonlar çılgınca eğleniyor..
Kolomb’tan bu güne 524 yıl geçti..
524 yılda 70 milyondan fazla insan katledildi..
Bir kültür yok edildi..
Beyaz adamın bu eğlencesi(!), kızılderililerin sonu oldu..
İyi kutlamalar.
SEDAT KAYA
skaya@haberhurriyeti.com

4 Ekim 2017 Çarşamba

DÜNYA VE İNSANLIK ALEMİNİN AMANSIZ DÜŞMANLARI "VAHŞİ, CANİ, HIRSIZ, SOYKIRIMCI VE SAHTEKÂR, VAHŞİ EMPERYALİSTLER"

VAHŞİ EMPERYALİZMİN AĞALARI ALTIN HIRSIZLARI; BEYAZ ADAM VE ALTIN; BREZİLYA’DA TEMAS KURULMAMIŞ AMAZON KABİLESİ BİREYLERİ HUNHARCA ÖLDÜRÜLDÜ; “SİZİN CENNETİNİZE GİTMEK İSTEMİYORUM’’
Naci Kaptan // 05.Ekim.2017
1452 yılında da altın hırsı ile gözleri kör olmuş İspanyollar, Portekizliler; dini kendilerine maske yaparak sözde Hıristiyan olmadıkları için günahkar saydıkları bu insanlara zulüm ve soykırım uygularken bütün insani değerleri hiçe sayarak kendi insanlıklarını kaybettiler.
Amazonlarda yaşayan bir kabile. F: Ricardo Stucker
Brezilya’da Temas Kurulmamış Amazon Kabilesi Bireyleri Öldürüldü.
Altına sahip olmak hırsı geçmişten bugüne değişmiyor.Beyaz adamın altına sahip olmak hırsı tüm ahlaki değerlerin önünde. Geçmişte Amerika kıtasının bulunmasından buyana 1492 yılında Kristof Colomb tarafından altına sahip olmak için Amerikan yerl,lerine kaarşı yapılan katliamlar aynen bu gün de devam ediyor . Kimseye zararı dokunmayan, medeniyet ile ilişkisi bulunmayan ve Amazon Ormanlarının içinde yaşamakta olan Amazon yerlileri yine bu kez 2017 yılında Beyaz adam tarafından katledilmişler .
Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492 tarihinde Haiti’ye ulaşması Yeni Dünya’da kendi halinde dünyanın geri kalanından habersiz bir şekilde yaşayan Kızılderililer için sonun başlangıcı oldu.
Ve tarih yine benzer olayları tekrarlıyor ;
Brezilya’da temas kurulmayan bir kabilenin 2008’de çekilmiş fotoğrafı. Amazon’daki yerli gruplar artan tehditler altında tehlikede. F: Funai/Associated Press
Arkeofili web sitesinde 22 Eylül 2017 terihli Erman Ertuğrul yazısında şöyle diyor : Brezilya’da Temas Kurulmamış Amazon Kabilesi Bireyleri Öldürüldü. Brezilya’da Amazon ormanlarının ücra bir köşesinde yaşayan ve daha önce hiç temas kurulmamış yerli bir kabile, altın madencileri tarafından öldürüldü.Amazon’un uzak bir bölümünde nehir kıyısında yumurta toplayan temas kurulmamış bir kabilenin üyeleriydiler. Fakat geçtiğimiz günlerde altın madencilerinin gazabına uğradılar. Brezilya’daki federal savcılar, soykırım yapılan yerli gruplara yönelik tehditlerin ülkede artmakta olduğunu gösteren, bir kabilenin yaklaşık 10 üyesinin katliamı hakkında bir soruşturma başlattı. Brezilya yerli hakları ajansı Funai, altın madencilerinin Kolombiya sınırına yakın bir bara gidip cinayetlerinden övgüyle bahsetmelerinden sonra katilleri savcılığa şikayet ettiğini açıkladı. Ajans, katillerin ellerinde pala savurarak kabileden geldiklerini söylediklerini belirtti.
Ajans çalışanı Leila Silvia Burger, “Oldukça kaba bir konuşmaydı. Cesetlerin kesilmesi ve nehre fırlatılması konusundan bile övgüyle bahsettiler. Onları öldürmezlerse kendilerinin öleceklerini söylediler.” diyor.
Silvia Burger, katliamın geçtiğimiz ay yaşandığını, çok fazla kanıt olduğunu ancak tüm bunların yasal olarak kanıtlanması gerektiğini söylüyor. Yerel işler bürosu, kasabada bazı sorgulamalar yaptı ve ardından davayı polise verdi. Davadan sorumlu savcı Pablo Luz de Beltrand, soruşturma başlatıldığını doğruladı ancak davanın ayrıntıları hakkında bilgilendirme yapamadığını söyledi. Beltrand, katliamın, batıdaki Javari Vadisi’nde, Brezilya’nın en büyük ikinci yerli nüfusunun bulunduğu bölgede yaşandığını belirtti. “Olayı takip ediyoruz, ancak bölgeler çok büyük ve erişim sınırlı. Kabilelerle hiç temas kurulmadı ve onlar hakkında çok az bilgiye sahibiz. Bu yüzden olay, tüm hükümet birimlerinin birlikte çalışmasını gerektiren zor bir iş.”
Beltrand, bu yıl içinde soruşturmasını yürüttüğü ikinci dava olduğunu söylüyor. 2017 yılının Şubat ayında da bölgede temas kurulmamış insanlar öldürülmüştü ve dava hala sürüyor.
“Şubat’taki olay, bu tarz bir katliamın yaşandığı ilk olaydı. Daha önce böyle bir şey yaşanmamıştı.”
Global bir yerli haklar grubu olan Survival International, temas kurulmayan küçük Amazon kabilelerinin küçük boyutları göz önüne alındığında, bu son katliamla birlikte, yerli grupların önemli bir yüzdesinin silinebileceği konusunda uyardı.
Grubun sözcüsü Sarah Shenker, “Soruşturma olayı doğrularsa, izole kavimlerin soykırımcı katliamlardan korunamadığı konusunda doğrudan Brezilya hükümetinin başarısızlığı sayılacak. Bu koruma, anayasada da güvence altına alınmış bir şey.” diyor.*1*
Kristof Colomb’dan bu yana ne değişmişti ?
inka yerlilerinin “Allah’ın şekerleri” olarak isimlendirdiği altına sahip olmak isteği beyaz adam için vahşet . öldürmek , yok ,etmek çevreyi ve doğayı talan etmek için yeterli gerekçe idi .
Beyaz adam şayet öldüremiyorsa geri kalmış ülkelere işbirlikçi yöneticilerle ortaklık kurarak giriyor ve bu kez de 10-20 futbol sahası büyüklükte ve yaklaşık 300 mt derinlikte çukurlar açarak buradan çıkardıkları toprağı siyanürle harmanlayarak altını çıkartıyorlar maden alanlarına erişmek için yüz binlerce erişkin ağaç kesiliyor ve siyanürle katledilen tüm doğa ve yaşam siyanürlü toprak dağları ile terkediliyor. Siyanürlü toprak süzülerek yer altı sularını da zehirleyerek içilemez hale getiriyor. Siyanürle harmanlanmış milyonlarca m3 toprağın öldürücü etkisinin yüz yıla yakın devam ettiğini de söylemek gerek. Geçmişten bugüne pek bir şey değişmemişti.
Kızılderili katliamının kısa tarihi
Kristof Kolomb’un yakın arkadaşlarından birinin oğlu olan Domiken tarikatı papazlarından Bartolome de Las Casas, orijinal adı “Brevisima historia de la destruccion de las Indias (Yerlilerin imhasının çok kısa Tarihi)” olan eserinde İspanyolların Kızılderililere karşı giriştiği korkunç katliamı tüm açıklığı ile anlatıyor.
Kristof Kolomb’un yakın arkadaşlarından birinin oğlu olan Domiken tarikatı papazlarından Bartolome de Las Casas, orijinal adı “Brevisima historia de la destruccion de las Indias (Yerlilerin imhasının çok kısa Tarihi)” olan eserinde İspanyolların Kızılderililere karşı giriştiği korkunç katliamı tüm açıklığı ile anlatmaktadır.
Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492 tarihinde Haiti’ye ulaşması Yeni Dünya’da kendi halinde dünyanın geri kalanından habersiz bir şekilde yaşayan Kızılderililer için sonun başlangıcı oldu. Yerlilerin Avrupalılar ile karşılaşması, bugün için dünyalılar ile uzaylıların karşılaşması gibi bir durumdu. Tepeden tırnağa zırhlı, ellerinde uzun kılıçlar olan ve ayrıca top, tüfek gibi ateşli silahlara sahip sömürgecilere karşı yerlilerin yapabileceği fazla bir şey yoktu.
Altın hırsı ile gözleri kör olmuş İspanyollar, Portekizliler; dini kendilerine maske yaparak sözde Hıristiyan olmadıkları için günahkar saydıkları bu insanlara zulüm ve soykırım uygularken bütün insani değerleri hiçe sayarak kendi insanlıklarını kaybettiler.
Batı dünyasının büyük kaşif diyerek adından övgü ile bahsettiği Kristof Kolomb bakın bir mektubunda ve günlüğünde yerlilerden nasıl bahsediyor: ‘’-Son derece sade, dürüst ve aşırı düzeyde eli açık insanlar. Herhangi birinden, sahip olduğu herhangi bir şey istenince, hemen veriyorlar. Başkalarına olan sevgileri, kendi özlerine olandan çok daha fazla.’’ Mektubunda bu övgüleri sıralayan Kolomb, günlüğün bir yerinde ise asıl düşüncesini ortaya koyuyor ve şöyle diyor:
‘’-Bunlardan çok iyi hizmetkâr olur. Sadece elli adamla bütün bu yerlilerin hepsine kolayca boyun eğdirebiliriz ve her istediğimizi yaptırabiliriz.’’ İlk kan Haiti’de döküldü.Kristof Kolomb’un ilk gelişinde kurduğu İspanyol üssündeki askerlerin yerli halka altın işkencesine başlamaları, tecavüzleri ve köleye çevirme girişimlerine yerli halk daha fazla tahammül edemedi.
Adadaki üs ile birlikte askerlerde yok edildi. Kristof Kolomb’un ikinci gelişinde altın peşinde ki aç gözlü İspanyollar Haiti’yi katliam ve işkence adasına dönüştürdüler. Tamamen köle haline getirilen halk üç ayda bir belirli miktarda altın temin etmeye mecburdu. Altın getirenleri ayırt etmek için boyunlarına madeni bir levha asılıyordu.
Amerika’ya Hıristiyanlığı yaymak için giden Papaz Bartolome de Las Casas,Kızılderili katliamını bakın eserinde nasıl anlatıyor: ‘’-İspanyollar yararlanmak veya kötüye kullanmak amacıyla yerlilerin karılarını, çocuklarını alarak, emek ve alın teriyle kazandıkları besinlerini yiyerek işe koyuldular. Cüretkârlıkları ve küstahlıkları öyle arttı ki, Hıristiyan bir yüzbaşı, bütün adanın yöneticisi sayılan sayılan, en büyük hükümdarın öz karısının ırzına geçti. İşte o zaman, yerliler Hıristiyanları topraklarından kovmak için yollar aramaya başladılar. Silahlandılar. Çok zayıf, az saldırgan, dayanıksız ve savunmasızdırlar. (İşte bu yüzden savaşları bugünkü değnek oyunları ya da çocuk oyunları gibiydi). Atlarını, kılıçlarını ve mızraklarını alan Hıristiyanlar, yerli Amerikalıların daha önce hiç görmediği eylemlere başladılar: Katliam ve kan dökme! Köylere giriyor, çoluk çocuk, yaşlı,hamile veya loğusa (kadın) demeden, ağıllarına sığınmış kuzulara saldırır gibi, karınlarını deşiyor, parçalara ayırıyorlardı. Kimin tek bıçak darbesiyle bir insanı ortadan ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını keseceği, ya da bağırsaklarını ortaya dökeceği üzerine bahse giriyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı. Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülerek şakalaşıyorlardı.’’
İnsanları 13 kişilik gruplar halinde yakmışlar.
‘’Çocuklarla annelerini ve önlerine çıkan herkesi kılıçtan geçiriyorlardı. İsa peygamberimizi ve 12 havariyi kutsamak ve saygılarını iletmek için uzun darağaçları kuruyorlardı. Ayakları yere neredeyse değecek şekilde, 13 kişilik gruplar halinde onları bağlıyor, ateşe veriyor ve diri diri yakıyorlardı. Bazıları ise, bütün vücutlarına kuru saman yapıştırıyor ve bu şekilde ateşe veriyorlardı. Diğerlerinin ve hayatta bırakmak istedikleri herkesin ellerini kesiyorlardı. Elleri sarkar durumda, onlara: “Gidin, mektupları götürün” diyorlardı. Bu, ormana kaçanlara haber götürmek demekti.
Beyleri ve soyluları öldürme şekilleri de aynıydı. Önce direkler üzerine tahta çubuklardan bir ızgara yapıyorlardı. Sonra, onları ızgaraya bağlıyor, altlarına da hafif bir ateş yakıyorlardı. Yerliler bu korkunç işkenceler altında, çığlıklar atarak can veriyorlardı. Bir keresinde dört veya beş önemli beyin ızgaralar üstünde yandığını gördüm (sanırım başkalarının da yandığı iki üç çift ızgara daha vardı). Yüksek çığlıklar attıkları için, subayın içi sızlamış veya uykusu bölünmüş olmalı ki boğulmalarını emretti. Onları yakan cellattan da kötü polis memuru (ismini biliyorum, hatta Sevilla’da ailesiyle tanışmıştım), boğmak istemedi. Önce, gürültü yapmasınlar diye kendi elleriyle ağızlarına odun parçacıkları tıktı. Daha sonra istediği gibi yavaş yavaş kızarsınlar diye ateşi körükledi.’’ Papaz La Casas yazdıklarına bizzat kendisinin şahit olduğunu eserinde şöyle dile getiriyor:
‘’Öldürülen her bir Hırıstiyan’a karşılık 100 yerli!’’
‘’- Yukarıda anlattığım her şeyi ve sayısız daha bir çok olayı gözlerimle gördüm. Kaçabilenlerin hepsi ya ormanlara sığınıyor ya da dağlara tırmanıyorlardı. Amaçları böyle insanlıktan uzak kişilerden, bu kadar merhametsiz ve yırtıcı hayvanlardan, insan soyunun en büyük düşmanları ve yıkıcılarından kaçabilmekti. Bunun üzerine Hıristiyanlar, özellikle kötü tazı ve köpekler yetiştirdiler. Bu hayvanlar bir yerliyi görür görmez, kaşla göz arasında paramparça ediyorlardı. Saldırarak, bir domuzdan daha çabuk yiyorlardı. Bu köpekler büyük zararlar verdiler, korkunç kasaplıklar yaptılar. Çok ender olarak, yerliler birkaç Hıristiyan öldürdüğü için, Hıristiyanlar kendi aralarında bir karar aldılar. Öldürülen her bir Hıristiyan için yüz yerli öldürmeye karar verdiler.’’
Kıristof Kolomb zamanında Haiti’de başlayan bu katliam aralıksız yeni keşfedilen her yerde devam etti. O zamanlar üç yüz bin kişinin yaşadığından bahsedilen Haiti adasında günümüzde yerli soyundan gelen hiç kimse yoktur. Bugün Haiti’nin nüfusu Afrika’dan getirilen köleleler ile İspanyol efendilerinin çocuklarından oluşmaktadır.
‘’Sizin cennetinize gitmek istemiyorum’’ (Turgut Özal üniversitesi ile ÖSYM arasında hırsızlık, yolsuzluk, gasp-irtikap ve sahtekârlık hattı döşeyenler de bu melânetlerin torunları olsa gerek!..) 
Yerlilerin insanlıktan uzaklaşmış sömürgeciler karşısında ki bu çaresiz haykırışı sömürgecilik tarihi boyunca yaşananları çok güzel özetlemektedir. Bu söz tek suçu, yeterince altın bulamağı için katledilen halkını korumaya çalışmak olan ve yakılarak idam edilmesine karar verilen Küba’nın yerli liderlerinden Hatuey’in ölmeden önce Hırıstiyan olması durumunda cennete gideceğini söyleyen fransisken rahibe verdiği cevaptı.
Tepeden tırnağa zırhlı olan sömürgeciler uzun çelik kılıçları ve ateşli silahları ile savunmasız yerlileri medenileştiriyorlardı. Ayrıca Hıristiyan olmadıkları için günahkar olan bu insanları yakarak günahlarından arındırıyorlardı. Müslümanlar karşısında başarısız oldukları Haçlı seferlerinin intikamını adeta bu insanlardan alıyorlardı.
İspanyollar ile başlayan bu soykırım dönemi, Portekizliler, Hollandalılar, İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar, Almanlar, İtalyanlar gibi bir çok Avrupa devletinin iştiraki ile sadece Amerika’da değil dünyanın diğer bölgelerinde de yakın zamanlara kadar devam etti.
Günümüzde insan hakları savunucusu rolü oynayan bu ülkelerin kanlı tarihleri bir kasap önlüğü gibi üzerlerindedir. ((İsmail Çal / Dünya Bülteni / Tarih Servisi))
Kaynak:
*1* http://arkeofili.com/
*1* http://www.yenidenergenekon.com/1416-brezilyada-temas-kurulmamis-amazon-kabilesi-bireyleri-altin-madeni-icin-olduruldu/
*2* Kızılderililer Nasıl Yokedildi, Bartolome de Las Casas, çev.Meryem Ural, Şule Yayınları, İstanbul 1999
*2* Sömürgecilik Tarihi, Raimondo Luragi, çev. Halim İnal, e yayınları 2000
Sömürgecilik Sosyolojisi, Doç. Dr. Taner Tatar, http://iys.inonu.edu.tr/webpanel/dosyalar/1046/file/somurge.pdf
*2* Siyasi Tarih, Oral Sander, İmge Kitabevi 2006

25 Ağustos 2017 Cuma

adalet kurultayı, 26 - 29 Ağustos, "Salı ve Çarşamba günleri" ÇANAKKALE & Yasemin Öney Cankurtaran, Genel Başkan Yardımcısı Tanıtım ve Halkla İlişkiler

Adalete atılan adımlardan sonra Türkiye'de mevcut olan, olmasını istediğimiz ve olması gereken adalet sistemini konuşacağız. Adalete dair söyleyecekleri olan ve adalete özlem duyan herkesle buluşmak dileğiyle Adalet Kurultayı programımızı paylaşıyoruz.

Saygı ve sevgilerimizle,
Yasemin Öney Cankurtaran
Genel Başkan Yardımcısı
Tanıtım ve Halkla İlişkiler


PROGRAMLARI GÖRMEK İÇİN, LÜTFEN "AŞAĞIDAKİ LİNK'LERİ TIK'LAYINIZ" 

8 Ağustos 2017 Salı

Hüseyin Hakkı Kahveci “ATATÜRK’ÜN YASAKLANAN KİTABI” 81 Yıl Sonra Tekrar Yayında

“ATATÜRK’ÜN YASAKLANAN KİTABI”
81 YIL SONRA TEKRAR YAYINDA

Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı “Yahudi Casus Suzy Liberman’ın Anıları”, Hüseyin Hakkı Kahveci’nin kaleminden günellenerek Ulak Yayınları’ndan çıktı.
“Atatürk’ün Yasaklanan Kitabı” Siyonizmin gelişim sürecine ve devletleşmesine farklı bir bakış getiren, günümüz olaylarıyla bağlantısını kuran, Mescid-i Aksa tartışmalarının güncel olduğu bir dönemde her bakımdan tartışma yaratacak bir kitap.
Suzy Liberman, aslında Ortadoğu coğrafyasının Türk milleti elinden çıkmasına sebep olan derin casusluk mesleğinin kitabını yazmış, Polonya doğumlu Yahudi kadın casus. Osmanlı’nın Filistin’i kaybetmesinde başrol oynamış isimlerden ve bu esnada yaptıklarının askeri strateji ve istihbari güvenlik açısından, Atatürk tarafından Türk milleti adına tekerrür etmesin diye 1935 yılında tüm subay ve astsubaylara kitap olarak dağıtılmıştır.
Bu olaylar yaşanırken Mustafa Kemal Atatürk, Süveyş Kanal Muharebe’sinde Osmanlı ordusunu komuta ediyordu. İşte mağlubiyeti getiren sonuç belliydi. Nili Yahudi yerel istihbarat örgütü, İngiliz ordusuna Osmanlı ordusunun geri planı hakkında bilgi aktarıyordu. Kudüs bu yüzden kaybedilmişti.
Bu tarihsel arka planın tanığı Mustafa Kemal Atatürk, bu kitabı tüm subaylara dağıtılmasıyla kalmamış, Siyonist İsrail devletinin kuruluş sürecinde, 1937 yılında şunları söylemek durumunda kalmıştı:
“Şimdi kendimize kafi derecede güvenip ve kudretimizi bildiğimiz için, İslamiyetin mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyete lakayt olmakla ittiham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen peygamberin son arzusunu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız.”
ATATÜRK tarafından basılma emri verilen “Yahudi Casus Suzy Liberman’ın Anıları” hikâye tadında bir istihbarat kitabı olmasına rağmen, içerisinde stratejik ve saklanan bilgiler içermektedir. Bütün Türk Milleti tarafından özellikle, ibretle ve mutlaka okunsun diye Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından bizzat basılma emri verilen bu kitap; Atatürk tarafından kurulan devletin kurumları tarafından 1936 yılında talimatla toplatılarak yasaklanmıştır.

4 Ağustos 2017 Cuma

"ZIVANADAN ÇIKTILAR!.. İYİCE KÜSTAHLAŞTILAR" AK Parti yöneticisi Oğan: Şimdi yeni bir devlet kuruyoruz, bu devletin kurucu lideri Tayip Erdoğan!... (CNN TÜRK 04 Ağustos 2017 - Canlı Yayın)

AKP MKYK ÜYESİ AYHAN OĞAN’DAN SKANDAL SÖZLER: “BİZ YENİ BİR DEVLET KURUYORUZ, KURUCU BAŞKANI DA ERDOĞAN’DIR”
AKP MKYK üyesi Ayhan Oğan katıldığı bir televizyon programında "Biz yeni bir devlet kuruyoruz, bu devletin de kurucu başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır." dedi. (04 Ağustos 2017 Cuma) AKP MKYK üyesi Ayhan Oğan katıldığı bir televizyon programında “Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır” dedi. Programa katılan CHP Mersin milletvekili Aytuğ Atıcı, Oğan’ın bu sözlerine sert tepki gösterdi. Atıcı, “Yeni bir devlet?” diyerek sözü tekrar etti ve Oğan da aynı sözleri tekrar ederek, dil sürçmesini olmadığını tasdikledi.
İşte o skandal sözler! 

1 Ağustos 2017 Salı

GAMZE BAL: HALKA (İHRAÇTAN İADE) ZEHİRLİ (GDO'LU, HORMONLU, HASTALIKLI VE MİKROPLU) ÜRÜN YEDİRİYORLAR. STOKLAR BİTİNCEYE KADAR ZEHİR TÜKETMEYE DEVAM

GAMZE BAL: "STOKLAR BİTİNCEYE KADAR ZEHİR TÜKETMEYE DEVAM!.."
Klorpirifos zehiri içeren bitki koruma ürünü kullanımını 80 bin tona çıkaran Türkiye’nin ihraç ettiği gıda ürünleri iade edilirken; iç piyasada satılarak sofralara taşınıyor. (29 Temmuz 2017)
ZEHİRLİ MADDE KALINTILARI NEDENİYLE İHRAÇTAN “İADE EDİLEN” GIDA ÜRÜNLERİ İÇ PİYASAYA!.. (DOMUZ YAPMAZ BUNLARIN YAPTIĞINI)
En korunaklı üretimin gerçekleştiği gıda ürünleri olarak belirtilen ihracat ürünlerinin zehirli madde kalıntıları sebebiyle Türkiye’ye iade edilmesi, dikkatleri iç piyasada tüketilen gıdalara çekti. Geçen yıllarda çiçek tripsi ve domates güvesi gibi zararlılar nedeniyle geri gönderilen gıda ürünleri, bu yıl en çok klorpirifos zehri nedeniyle iade ediliyor. Buna göre Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne (AB) ihraç ettiği gıda ürünlerinde 2013 ve 2014’te klorpirifos kalıntısı bulunmazken; 2017’de bu oran üst seviyelere çıktı. Zehrin AB’de 2015’in Ocak ayında yasaklanmasının ardından Türkiye’de de 31 Mayıs 2016’ya kadar piyasadan toplanıp, satışının yasaklanmasına karar verilmişti. Zehrin imalatı ve ithalatı durdu ancak, mevcut stoklar bitinceye kadar kullanılmaya devam ediliyor. Bu, iç piyasada tüketilen domates, biber, patlıcan, elma, armut, şeftali ve üzüm aracılığıyla zehrin yurttaşın sofrasına taşınması demek.
‘İMHA EDİLMELİ’
‘Tarımsal ürünlerin üretiminde böcekleri öldürmek için kullanılan pestisit’ olarak nitelendirilen klorpirifos zehrinin, stoklarda en az yıl sonuna kadar bitmeyeceğinin uyarısını yapan TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Genel Başkanı Özden Güngör, "Bu ürünlerin imha edilmesi gerekir. İç piyasada satışa sunulması sunulması anne karnındaki bebeği bile zehirler"dedi.
SATIŞ SÜRÜYOR
7’sini ihraç eden Türkiye’de en fazla domates, biber ve asma yaprağında klorpirifos aktif maddesi görülüyor. Zehrin bayi satışlarına, toplatılma kararı olmasına rağmen devam ediliyor. Bu da, iç piyasada tüketilen gıda ürünlerinin zehir içermesi tartışmasını beraberinde getiriyor.
İHRACATI DÜŞÜRÜYOR
2016’da 18 milyon 694 bin ton meyve; 28 milyon 629 bin ton yas sebze üretimi gerçekleştiren Türkiye, bitki koruma ürün kullanımını artırdı; bu sayı ilaç firmalarının ithalatı da göz önüne alındığında 80 bin tona çıktı. Avrupa, Rusya ve Ortadoğu’ya yapılan ihracatın son 2-3 yılda ciddi derecede düştüğünü ifade eden Güngör, kullanılan tarımsal ilaçların da bu düşüşte etkili olduğunu söylüyor. Buna göre, ilaç kalıntısı ve klorpirifos içeren bitki koruma ürün kullanımını , en çok ihracatın yapıldığı AB ülkelerinde hızlı alarm sistemiyle farkedilip iade ediliyor.
DENETİM EKSİK
Klorpirifos içeren bitki koruma ürünlerinin Türkiye’de kullanımının devam etmesinin, fiyatının ucuz ve kullanım alanının geniş olması sebebiyle insan, canlı ve çevre sağlığını olumsuz etkilemeye devam edeceğini belirten Güngör, kalıntı sorunlarının yaşanacağını dile getirdi. Türkiye’de en çok kullanılan ilaçların Glifosat ve klorpirifos aktif maddesi olduğunu anlatan Güngör, "Ülkemizde bu ilaçların kullanımını denetleyecek mekanizmalar eksik. Bu sebeple böyle sorunlar yaşanıyor" dedi.
SAĞLIĞI BOZAN ‘PAZAR ‘
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, her yıl 3 milyon kişi zirai ilaç zehirlenmesine maruz kalıyor. Her yıl en az 20 bin tarım işçisi de zirai ilaç uygulaması sebebiyle ölüyor. Bu ilaçların kullanımının tüketicilerde yarattığı hastalık ve ölüm vakalarının sayısal olarak tespitinin mümkün olmadığını belirten Özden Güngör, gıdalardaki kalıntıların vücutta biriktiğini söyledi.
SATIŞ TUTARI 600 MİLYON AVRO
Zirai ilaçların yüzde 30’u Akdeniz Bölgesi, yüzde 17’si İç Anadolu Bölgesi, yüzde 19’u Marmara Bölgesi, yüzde 18’i Ege Bölgesi ve yüzde 12’si Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nde kullanılıyor. Türkiye’de tüketilen pestisitin yıllık satış tutarı ise 600 milyon Avro’yu geçiyor.
ALINTI & BAĞLANTISI: